-
-
- - Papa ile görüşmenizin arkasında dünya Müslümanlığının
lideri olma gibi bir arzunuz mu yatıyor?
- F.G: Bu iddiayı ortaya atanlar, herhalde Türkiye Müslümanlığını,
hattâ İslâm'ı İran Şiîliği ile aynı görüyorlar. İslâm'da
dînî liderlik, Hıristiyanlık'ta ve Şiîlik'te olduğu
gibi din adamlığı müesseseleri veya makamları yoktur.
Hele hele ben, herhangi bir liderlik, makam arzusu ve yarışından
hep fersah fersah uzak kaldım.
- - Diyanet İşleri Başkanı'nın, yaklaşık 3 yıl önce
Papa ile görüşme talebinde bulunduğunu ve hâlâ cevap
alamadığını, bu vesileyle basına intikal eden haberlerden
öğrendik. Sizin Papa ile görüşmeniz ise bir hafta içinde
sonuçlandı. Bunu değişik manalara çekenler oldu. Hatta
buradan, Diyanet'e alternatif oluşturma niyeti güttüğünüze
kadar gidildi?
- F.G: Papa'nın kimin müracaatına cevap verip vermeyeceğinin
kararı harhalde ona ait bir husustur ve bu, kendisine
sorulmalıdır. İkinci olarak, kamuoyunun yakından takip
ettiği üzere, din ve kültür temelli medeniyetler çatışmasından
bahsedildiği ve bu çatışmanın merkez üslerinden biri
olarak ülkemizin zikredildiği bir dönemde, 3-4 yıldır Türkiye
içinde ve dışında başka dinlerin temsilcileriyle, bazılarının
ağır suçlamalarına maruz kalmayı da göze alarak, diyalog
görüşmeleri yapmaktayım. İslâm'ın çatışmacı, kavgacı,
şiddete ve teröre taraftar bir din olmadığını, tam
aksine, sevgi, merhamet, af, müsamaha gibi esaslar üzerine
oturduğunu anlatmaya, her dinin temelinde de aynı esasların
yattığını ve dolayısıyla dinler arasında tarihî
kavgaların bırakılıp, sıcak bir diyaloğun başlamasıyla,
savaşlardan ve çatışmalardan bıkmış dünyamızın daha
iyi, barışçı ve huzurlu yarınlara çıkmasında önemli
katkıların yapılabileceğini göstermeye uğraşıyorum. Bu
konuda karınca kaderince ortaya koyduğum gayretlerim Türkiye'de
ve Türkiye dışında bazılarının dikkatini çekmiş ve bu
da Papa ile görüşmenin yolunu açmışsa, böyle bir şeyle
suçlu mu oluyorum? Ülkemizin dışarıda tanıtılması ve
millî meselelerimize dış destek bulmak için yabancı
lobilere milyonlarca dolar harcadığımız bir zamanda,
devletimizin böylesi teşebbüsleri destekleyip, bunlardan
azamî istifadeye çalışması daha akıllıca olmaz mı?Bir
diğer mesele olarak, bazıları Diyanet İşleri Başkanlığı'nı
küçümser, değişik şekillerde suçlarken, bu müessesemiz
aleyhinde tek bir faaliyetim, tek bir sözüm olmadı. Aksine,
daima destekledim, kendisine saygı duydum. Biraz önce, dînî
liderlik peşinde olduğum iddiası söylendi. Halbuki, benim
de bir şey bildiğimi zannederek, bana sorulan pek çok dînî
meseleye cevap vermek yerine, soranları Din İşleri Yüksek
Kurulu'na havale ettiğimi, fakiri yakından tanıyan herkes
bilir.
- Ulusal uzlaşma ödülleri verilmesini teşvik etmekle kendinizi
belli bir statüde göstermeyi mi hedeflediniz?
- F.G: Düz ve insanlardan bir insan olduğumu, devletimin, ülkemin
ve bütün insanların hizmetine koşmayı en büyük bir şeref
telâkki ettiğimi defalarca dile getirdim. Sözlerimdeki
samimiyeti göstermek için, art niyetli garazkârlara kalbimi de
çıkarıp gösteremem ki! Göstersem bile, inanmak istemeyenler
bu defa başka bahaneler uyduracaklardır. Sonra, Türkiye'de ve dünyada
pek çok kuruluş değişik ödüller dağıtıyor. Niye aynı
iddia bunlar için ileri sürülmüyor da, herkesin ittifak ettiği
üzere, yıllardır iç kavga, anarşi, terör, ekonomik
dengesizlik gibi faktörlerle parça parça olmuş ve Alevî-Sünnî,
Kürt-Türk gibi etnik ve inanç temelinde daha tehlikeli şekilde
parçalanmasına çalışılan ülkemizde uzlaşma ve hoşgörüyü
teşvik ederek bu parçalanmaları gidermeye çalışanlar için böylesi
bir isnatta bulunuluyor? Yoksa bu isnadı yapanlar, ülkenin parça
parça olmasından ve daha da parçalanmasından menfaat uman çevreler
midir?
- Tavandan tabana devlet
- - Yaptığınız/teşvik ettiğiniz çalışmalar, devleti
tabandan tepeye doğru kuşatma hareketi olarak telakki ediliyor.
- F.G: Devleti ele geçirme, bir yerleri kuşatma gibi işlerle hiç
ilgim olmadığı gibi, bu hususlarda hiçbir hevesim de olmadı.
Teokratik devlet kurma çalışmaları yaptığım iddiasında
bulunanlar gibi, bu konudaki isnatları da haklı çıkaracak tek
bir müşahhas delil ortaya koysunlar, çok sevdiğim bu ülkeyi
terk etmeye ve hayatımın gayesi bildiğim ülkeme ve milletime
hizmeti bırakmaya hazırım. Ama, ellerinde hiç bir müşahhas
delil olmadan böylesi isnatları yapanları ve yayanları,
tarihin en büyük müfterîler arasında zikredeceği
bilinmelidir.
- - Bir de, biraz önceki sorumun zıddı bir iddia var; devleti
zirveden ele geçirmeye çalıştığınız şeklinde.
- F.G: Önceki isnatta "tabandan tepeyi" deniyordu;
burada ise devleti zirveden ele geçirmeye çalışma iddiası
var. Cevabım, yukarıdaki iftiranın cevabından farklı
olmayacaktır Yalnız şunu ilave edebilirim: 40 yıldır yazan,
konuşan ve karınca kaderince bir şeyler yapmaya çalışan bir
insanım. Eğer böyle bir niyetim ve bu yönde bir çalışmam
olsaydı, şimdiye kadar tek bir müşahhas delil ortaya çıkmaz
mıydı? En azından birkaç cümle, birkaç kelime veya birkaç
davranışımla olsun, kendimi ele vermez miydim? Bu konuda,
tamamen çarpıtma, yanıltma ve kasıtlı yorum ve iktibasta
bulunmaya dayalı birkaç iddiadan başka, gerçek ve müşahhas
bir delil ortaya konabilmiş midir? O halde, böylesi isnatları
haklı çıkaracak tek bir vak'ası olmayan bir insanla uğraşmak
boşunadır, beyhudedir.
- - Aslında sizin politik yolla iktidara gelmeye uğraştığınız
fakat şimdilik ortamı müsait görmediğiniz doğru mu?
- F.G: Böyle bir şey söz konusu olmuş olsaydı, 60 yıllık
hayatımda bir defa olsun politik teşebbüsüm görülürdü.
Bundan sonra da, politik bir yol takip etmek veya değil devleti
ele geçirme, politika yoluyla ülkeme hizmet verme gibi bir düşünce
yine aklımın köşesinden bile geçmeyecektir. Hizmet adına
milletvekili olmak isteyen birkaç dostumu yanımdan kovduğuma çokları
şahittir.
-
-
|
-
-
-
- - Hakkınızdaki bir iddia da aynen şöyle: "Fethullah
Gülen, Peygamberimizin Mekke şerifiyken devletten
bahsetmediğini, dolayısıyla şimdilik devletten
bahsedilmemesi gerektiğini söylüyor. Fakat temelde, 'i'lâ-yı
kelimetullah' denilen, İslâm'ı dünyanın her yanına
yaymak, anayasa hükmündeki Kur'an-ı Kerim hükümlerini
hem fen alanında, hem de toplumsal alanda etkin kılmak ve
neticede, ümmet zihniyeti ile, Mekke merkezli, bütün dünya
Müslümanlarının bağlılık duyacağı hilâfet veya
saltanat benzeri bir sistem oluşturmak amacı gütmektedir."
Buna cevabınız nedir?
- F.G: Peygamberimiz'in (s.a.v) Mekke şerifi olduğunu hiçbir
yerde okumadım. Mekke şerifliği çok sonraları ortaya çıkmış
bir makam olduğu gibi, Peygamberimiz'in, Mekke'de şeriflik
manâsına gelecek hiçbir fonkisyonu olmadı.
- İ'lâ-yı kelimetullah, Allah'ın Kelimesi'ni yüceltmek
demektir. Allah'ın Kelimesi ise Tevhid'dir; "Lâ ilâhe
ill'Allah" hakikatıdır. Şirk ve küfür bunun zıddıdır.
Dolayısıyla, buna karşı çıkanın Müslümanlıkla alâkası
olamaz. Evet, iman hakikatlerini herkese duyurmak, her Müslüman'ın
olduğu gibi, benim de vazifemdir. Bundan da kimse
gocunmamalıdır. Duyurmak başka, tebliğ dediğimiz
anlatmak başka, kabûl ettirmek veya kabûle zorlamak başkadır.
Bizim vazifemiz duyurmaktır, anlatmaktır, tebliğ etmektir.
Zorlama ise bizzat Din'e aykırıdır.
- Mekke merkezli hilâfet veya saltanat iddiasına gelince,
böyle bir maksadım olsaydı, Mekke'de bulunmam daha makûl
olmaz mıydı? Orada bunu daha rahat savunamaz mıydım?
1986'da Hacc dönüşü ülkeye girmeme tahdit konulunca,
mayınlı ve dikenli tarlalardan binbir sıkıntıyla ülkeme
girip, sonra İzmir'de devlet güvenlik mahkemesine teslim
oldum. Yoksa, Arabistan'da kalmam için hiçbir engel yoktu.
Sonra, hilâfet ve saltanat geçmişte kalmış idarî şekillerdir
ve İslâm bu nev'i idarî nizamdan yanadır şeklinde bir
kaide de yoktur. Ben "eski hal muhal, ya yeni hal, ya
izmihlâl" düsturuna inanmış bir insanım.
- Hiyerarşi ve dünya imamlığı
- - Sizin başında bulunduğunuz bir teşkilatlanma varsayılıyor.
Sonra sizin altınızda Avrupa, Amerika, Uzakdoğu imamları
ve devamla hiyerarşik bir oluşum geliyor. Bunun doğruluk
payı var mı?
- F.G: Bayram namazı vacip bir namazdır ve ancak cemaatle
kılınabildiği için, Müslümanlar bu namazı kılmak için
camide kendiliklerinden bir araya gelirler. Cuma namazı
farzdır ve yine ancak cemaatle kılındığından, Müslümanlar
Cuma günleri kendiliklerinden camide bu namazı eda ederler.
Hacc'a gücü yetenler ve gitmek isteyenler, hiçbir teşkilat
veya zorlama olmadan, Hacc'a gider ve milyonlarca Müslüman
Hacc'da bir araya gelir. Hıristiyanlar pazar günü
kilisede, Yahudiler ibadetleri için sinagogda bir araya
gelirler. Bunun gibi, ülkeye belli çizgide hizmet etmeyi
daha münasip görenlerin aynı hizmeti vermeleri ve bu
konuda yardımlaşmalarından daha tabiî ne olabilir? İşte,
bunun sırrını çözemeyenler, hayallerinde kurdukları
proleterya diktatörlüğüne varmanın yolunu şematik örgütlenmelerle
mutlaka devlet çarkını ele geçirmede görmeye şartlanmış
olanlar, sadece teşvikçisi olduğum hizmetlerde de mutlaka
bir örgüt görmek istiyor ve bu türden şemalar
uyduruyorlar. Herkesi kendileri gibi zannetme gafletine düşüyor
ve her şeye kendi ruh adeselerinden veya aynalarından bakıyorlar.
İddia ettikleri türde bir teşkilattan ve imamların varlığından
hiç haberim yok. Ülke insanımızın inancından,
tarihinden, karakterinden ve sağlam temellere dayalı aile
terbiyesinden gelen karşılıklı saygı ve sevgiyi,
bunlardan habersiz olanların hiyerarşi ve disiplin olarak
algılaması da, ancak böylesi algılayanların problemi
olabilir.
- - Sözkonusu iddialardaki hiyerarşik teşkilatlanma ile
devlet örgütüne alternatif bir örgüt kurduğunuz söylendi.
- F.G: Böyle bir teşkilat veya teşkilatlanmanın hayal
mahsulü olduğunu söyledim. Çokları da beni devlete çok
bağlı olmakla suçluyor. Mevcut devlete alternatif bir örgüt
teşkili bir fitnecilik, bozgunculuk demektir. Böylesi
bozgunculuk ve fitneden en çok kaçınan ve istikrarı en
fazla müdafaa eden birisi olduğumu, beni uzaktan ve yakından
tanıyan herkes bilir.- O kadar çok iddia atıldı ki hakkınızda,
Türklük hakkındaki hissiyatınız sizi tanıyan herkesçe
bilinmesine rağmen, bir Arap İslamcısı olduğunuz da söylendi?
- F.G: Her türlü -ci, -cu'lu yakıştırmalara uzak olduğumu
belirttim. Bu bakımdan, İslâmcılık gibi bir şeyle de
alâkam olmadı ve yok. Din'in, değişmez temel prensipleri
dışında içtihada açık hususlarında tarihî, iktisadî,
içtimaî şartlara göre şekillenmeler olur. Ayrıca, örf,
denilen ve Din'in de nazara aldığı, her ülkeye ve
millete ait adet ve gelenekler, Din'in o ülke veya millete
has bir kültür meydana getirmesinde önemli rol oynar. Bu
çerçevede ilk defa Türkiye Müslümanlığı tabirini ben
kullandım. Türklük konusundaki hassasiyetim herkesin malûmudur.
Böyle iken, Arap İslâmcılığı ile nasıl tavsif
edilebildiğimi anlayamıyorum.
- "Makam arzum hiç olmadı"
|