-
-
- - Okul açmaktaki maksadınız madem ki Türkiye'ye hizmet,
öyleyse niçin daha çok geri kalmış bölgelerimiz olan Doğu
ve G. Doğu'ya okul yapılmasını teşvik etmediniz?
- F.G: Okul açmak elimde olmamakla birlikte, teşvik ve
tavsiyelerim neticesinde, buralarda da çok sayıda okul,
dersane ve yurdun hizmete girdiği bir gerçektir. Fakat,
bunların arzu edilen sayıda olmadığı da bir gerçek.
Bunun da sebebi, bölgede uzun süredir devam eden terörün
ve daha başka imkânsızlıkların yanısıra, belki
bunlardan da öte, selâhiyetli makamların bu mevzuda çıkardıkları
engellerdir.
- Bu nazik mevzuda fazla söz söylemek istemiyorum. Sadece,
objektif bir kalemin bu konuda bir gazetede yazdığını
nakletmekle iktifa edeceğim: "Türkiye'de izin verdiniz,
destek oldunuz, el uzattınız, önünü açtınızda mı, Gülen
dediğiniz yerlerde okul açılmasını salıklamadı, teşvik
etmedi? Bugün açılanları boğmaya çalışmak ve arkasında
başka amaçlar aramak gibi bir eğitim düşmanlığı ve
ideoloji şablonculuğu karşısında daha fazlası yapılabilir
miydi? Böyle bir sorunun en güzel yanıtını, yurtdışına
olan beyin göçümüz veriyor. Bilime, bilim adamına, eğitime
ve eğitimciye ancak ideolojilerin ve çıkarların izin verdiği
ölçüde yaklaşılan bir ülkede bu kadarını yapmak bile büyük
bir başarıdır."
- Ilımlı veya modern olarak tabir edilen bir İslam anlayışının
öncüsü olduğunuz doğru mu?
- F.G: Hiçbir konuda öncü, lider, rehber olmak gibi bir iddiayı
asla taşımadım. Ilımlı ve modern İslâmcılık gibi bir
tezim de hiç olmadı. Bunlar tamamen spekülatif ve meselelerden
habersiz kişilerin uydurmalarından başka bir şey değildir. İslâm'ı
bugüne bakan yanlarıyla anlatmaya çalışıyorum. Bunu bazıları
kafalarındaki şablonlarla tarif etmeye çalışıyorlarsa, bu,
onların problemidir, benim değil.
- - Efendim, sizin gerçek niyetinizi gizlemek için takıyye
yoluna başvurduğunuz fakat zaman zaman mesela Müslüman Kardeşler
örgütünün kurucusu Hasan el Benna'yı sevdiğinizi söylemekle
gerçek niyetinizi ortaya koyduğunuz şeklindeki görüşlere
cevabınız ne olacak?
- F.G: Merhum Hasan el-Benna'yı tanımak ve bazı yanlarını
takdir etmek suç olmasa gerek. O, şiddeti teşvik etmek şöyle
dursun, tamamen tasavvufî bir zeminde yetişmiş ve bir öğretmen
olarak, İslâm'ı sadece fırsat bulduğu her yerde anlatmıştır.
Esasen şiddet, İslâmî hareketlerin, bitirilmek ve İslâm'ın
imajını karartmak için bizzat düşmanları tarafından içine
çekildiği veya çekilmeye çalışıldığı bir bataklıktır,
bir felâkettir. Hasan el-Benna zamanında Müslüman Kardeşler'in
siyasetle ve hele şiddetle hiç alâkaları yoktu. Ne zaman ki
Hasan el-Benna, onu şiddete ve politikaya çekemeyen düşmanları
tarafından şehid edildi; ancak bundan sonradır ki, Nasır gibi
bu harekete sızan kimseler bu hareketi politikaya ve daha sonra
daha başkaları şiddete bulaştırdılar. Bu tarihî ve apaçık
hakikat karşısında, Hasan el-Benna'yı yâdetmemi, kafalarındaki
iftira ve töhmet şablonuna uygun görerek beni takıyye ile suçlayanlar,
ya cehaletlerini sergiliyorlar veya iftira atıyorlar. Hayatımda
her zaman, olduğum gibi görünmeye ve göründüğüm gibi
olmaya çalıştım. Bunun tersi demek olan takıyyeye hiç tenezzül
etmedim. Ayrıca, bir insana sempati duymanın, onun arzu ettiği
sistemi mutlaka benimsemek manâsına geldiğini veya insanların
sadece ideolojileri veya müdafaa ettikleri sistemlerden dolayı
sevildiklerini doğrusu bilmiyordum!
- Cihad, fakat neye karşı?
- - Cihad kavramıyla ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Keza
emperyalist dünyayı köle haline getirmek için İslam'ı
bayraklaştırmak gerektiğini, bu nedenle cihadın en kutsal görev
olduğunu ifade ettiğiniz söyleniyor.
- F.G: Bu türden iftiraları yapanlar, herhalde okuduklarını da
anlamıyorlar. Cihadla ilgili yazdıklarım da meydandadır.
Bunların hiç birinde "emperyalist dünyayı köle haline
getirmek için İslâm'ı bayraklaştırmak gerekir" şeklinde
bir ifade olmadığı gibi, bu ifadenin gülünçlüğünü de
okuduğunu anlama kabiliyeti bulunan herkes kavrayabilir. Evet,
cihad kutsal bir görevdir ve cihad edenlerle etmeyenlerin bir
olamayacağı Kur'an-ı Kerim'in ifadesidir. Cihad, yalnızca kılıç
sallamak demek değildir. O, insanı kâmil insan olma noktasına
ulaştırma gayretidir. Bu sebeple, her şeyden önce nefse ve
insandaki birtakım menfî duygulara karşı, ayrıca birtakım
nefsî arzuları disiplin altına almak için yapılır. Peygamber
Efendimiz'in buyurdukları gibi, asıl cihad ve büyük cihad da işte
budur. Kılıç sallama ise, mecbur kalındığında veya meşrû
müdafaa durumunda müracaat edilecek arızî bir haldir ve savaş,
insanlık tarihinin bir vakıasıdır. İslâm buna "küçük
cihad" der ve o da, ancak mal, vatan, akıl, inanç ve can
gibi değerleri korumak, Allah ile kulları arasındaki engelleri
kaldırmak ve insana kâmil insan olma yollarını açmak için
yapılır.
- - Samanyolu TV'nin Ramazan ayı boyunca Kâbe'den naklen
namaz yayını yapması değişik şekillerde değerlendiriliyor.
- F.G: Namaz kılmanın, hem de namazda kıble olarak yöneldiğimiz
ve Hacc için her yıl milyonlarca Müslüman'ın her türlü
meşakkati göze alarak ziyaret ettiği, semtinde bir vakit
namaz kılabilmek için can attığı Kâbe'de namaz kılmanın
irtica ile ne münasebeti olabilir? Ramazan ayı gibi, manevî
hislerin coştuğu bir ayda, Kâbe'den bu namazları yayınlamak,
kimde ne türden bir irticâî tesir yapmış? Yoksa, irtica
bir bahane ve bir takıyye sebebi de, asıl hedef, bütün
tezahürleriyle dinimiz mi, namaz mı, Hacc mı, Kâbe mi?..
- Paşalar Orta Asya'ya niçin götürüldü?
- - Geçtiğimiz günlerde Orta Asya'daki Türk okullarını
ziyaret için emekli generallerin götürülmesi, sizin orduya
yaklaşmak istediğiniz şeklinde yorumlanıyor. Buna ne
diyorsunuz?
- F.G: Asya'daki okulları gezip görmeye toplumun her
kesiminden herkes gidiyor. Ve, gidenler de intibalarını sözlü
veya yazılı ifade ediyor ve Türkiye'de masa başında yapılan
suçlamaların hiçbirinin geçerli olmadığını görüyorlar.
Kimse gitmeye zorlanmıyor. Bazı generaller de gitmişse,
herhalde zorla götürülmemişlerdir. Gerçeği ve doğruyu
arayan ve herhangi bir faaliyetin ülkemizin faydasına mı
zararına mı olduğunu bilmek isteyen gerçek vatanperverlere
düşen, masa başında iftira ve isnat üretmek midir, yoksa
o faaliyeti gidip yerinde görmek midir? Akıl ve bilim
hangisini emreder? Demokrasi, hukuk ve lâiklik hangisini
gerektirir. Bu konularda toplumun her kesiminden daha titiz
olan ordu mensuplarımızın gidip, bu faaliyetleri görmesinde
bir sakınca mı var ki, böylesi kuşkular üretilebiliyor?
-
-
|
-
-
-
- - Sizin, "Dengeli bir hizmet eri söyleyeceğini
hemen söylemez. O bilir ki, söylemesi gereken her şeyi
söylerse, kendisine hayat hakkı tanamıyanlar çıkabilir"
dediğiniz ve bunun da takıyye manasına geldiği şeklindeki
sözlere cevabınız ne olacak?
- F.G: İnsanlık tarihi, dinsizliğin ve dinsizlerin dine
ve dindarlara karşı mücadeleden asla vazgeçmediğini göstermektedir.
Tarihte hemen her peygamber en ağır işkencelere maruz
kalmış, doğduğu ve büyüdüğü yerlerden çıkarılıp
hicrete zorlanmış, inanmış pek çok insana, Kur'an-ı
Kerim'de de geçtiği üzere açılan hendeklerde yakılan
ateşlere atılacak derecede işkence ve katliamlar reva görülmüştür.
Asrımızda bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
İş belirli ideolojilerin eylemcilerine gelince idam
cezasının kalkması için feveran edenlerin, en hafif suçlardan
bile Müslümanların idam edilebileceğini memnuniyetle
yazmaktan çekinmediklerini sık sık müşahede ediyoruz.
Ülke menfaatleri aleyhinde, kanunlara aykırı tesbit
edilmiş hiçbir faaliyetimiz olmadığı halde, fakire ve
aynı şekilde düşünenlere hayat hakkı bile tanımak
istemeyenleri gördükçe, insan, bu bozulmuş vicdanlar
karşısında hayretten hayrete giriyor.
- - Sizin kültür ve sanat olaylarını boş işler,
hatta insanı günaha götürecek meseleler olarak gördüğünüz
söylendi. Kültür ve sanatın nezdinizdeki yerini öğrenebilir
miyiz?
- F.G: Böyle bir iddianın muhatabı ben değil,
ekonomiyi ve maddeyi her şeyin temeline oturtup, kültür
ve sanatı üst yapı kurumu olarak görenler olmalıydı.
Kendimde senâ edecek bir meziyet görmemekle birlikte, eğer
bir meziyetse, hafızasında belki 2 bin civarında bir şiir
bulunan, onca makalesi, şiiri ve kitabı olan, ayrıca kültür
ve sanat konularında yıllarca önce değerlendirme yazıları
yazmış ve bunlar kitaplarda yayınlanmış bir insan nasıl
kültür ve sanatı günaha yönelten boş işler olarak görür?
Şu satırlar kültür ve sanatla ilgili yazdıklarımdan
sadece birkaç bölüm:
- "Kültür, bir milletin, kendine has çizgide gelişip
yükselmesinde sık sık başvuracağı önemli bir
kaynaktır. Millet hayatının ahenk ve istikametiyle, kültür
kaynağının duruluğu arasında her zaman sıkı bir münasebet
mevcut olmuştur. Kültür, bir cemiyetin, dil, terbiye,
adet ve san'at gibi duygularından doğmuş, sonra da işlene
işlene o toplumun hayat tarzı haline gelmiş, hemen her
parçası çok ehemmiyetli bir kısım esasların bütünüdür.
Bu esasları görmemezlikten gelmek körlük, toplumu
onlardan uzaklaştırmaya çalışmak ise, onu şaşkına
çevirmek demektir."
- "San'at, terakkînin ruhu ve duyguları inkişaf
ettiren yolların en önemlilerindendir. Bu yolu kullanma
fırsatını kaçıran bahtsız istidatlar, bütün bir
hayat boyu mefluç insanlar gibi bir yanları ölü olarak
yaşarlar. San'at, gizli hazineleri keşfedip açan
sihirli bir anahtar gibidir. Onunla açılan kapıların
arkasında fikirler suret urbası giyer, hayaller de adeta
cisimleşir."
- Kadın mekruh mu?
- - Kadın konusu size yöneltilen eleştirilerin en çok
yoğunlaştığı alanlardan biri oldu. Kadınla konuşulmaması
gerektiği, hatta kadının mekruh ve şeytanın ta
kendisi olduğu görüşünü taşıdığınız iddiası
var.
- F.G: Bu iddiayı ortaya atanlar, beni herhalde ortaçağ
skolastik Hıristiyan din adamı zannediyorlar. Feleğin
çarklarının nasıl ters döndüğüne bu iddiadan daha
açık delil olamaz. Kadını fiziğinden ibaret bir obje,
bir meta olarak görenler kadını yüceltmiş oluyor,
buna karşılık, Cennet'i kadının ayakları altına
serenler, kadını şeytan görmüş oluyor. En uzun üç
sûresinden birine 'kadınlar' ismini veren Kur'an, Hz.
Meryem gibi, Hz. Asiya gibi kadınları, kendilerinden
uzun uzun bahsederek yüceltirken, insanlığın en büyüğü
Peygamber Efendimiz'in mübarek soyu da bir kız çocuğundan
(Hz. Fatıma) devam edip gelmiştir. Hz. Ayşe'nin İslâm'daki
yeri ise hemen herkesin malûmudur.
- Kadının vazifesinin sadece çocuk doğurmak ve
efendisine hizmet etmek olduğunu nerede, ne zaman söylemiş
veya yazmışım? Aksine, "kadının kamu görevlisi
olarak çalışmasının mahzuru olmadığını, hakimlik
bile yapabileceğini" söylediğim mülâkatlarım en
büyük tirajlı gazetelerde yayınlandı. Aksine ileri sürdükleri
iddialarını ispatlamayanlar, kadının da, kadın haklarının
da en büyük düşmanıdırlar. Kadın hakkında yıllarca
önce verdiğim vaazlar ve yazdığım yazılar ortadadır.
Yazdıklarımdan sadece birkaç cümle, bir Müslüman
olarak kadına ne derece üstün bir mevki tanıdığımı
göstermeye kâfidir.
- "Kadın, iğfal edilip çirkeflere düşürülmeyecek
kadar muallâ bir cevherdir. Geleceğin ilme, irfana,
hakikata uyanmış tali'li nesillerinin, onu gözbebekleri
gibi aziz tutacakları ümidimizi henüz yitirmedik."
- "Erkek çocuğa 'mahdum', kız çocuğuna ise 'kerîme'
derlerdi ki, gözbebeği ile aynı manaya gelen bu kelime,
çok kıymetli, kıymetli olduğu kadar lüzumlu, lüzumlu
olduğu kadar da en nazik bir uzvu bütün önemiyle ifade
etmektedir."
- "Bizim kadınımız, millî şeref ve necâbetimizin
(temizlik, saflık) en sağlam temel taşıdır. Upuzun ve
şanlı geçmişimizin inşasında onun hissesi, hiç de düşmanla
yaka-paça olan mücahidlerin hissesinden geri değildir."
- "Kalbini iman nurları, kafasını da ilim ve içtimaî
terbiye ile aydınlatmış bir kadın, evini yeniden her gün
inşâ ediyor gibi ona yeni yeni güzellik buudlarını
ekler."
|