- - REFAHYOL hükümetinin düşmesi üzerine geçen yıl Amerika'ya
gitmiştiniz. Bu gidişinizin sağlık problemlerinizden çok;
REFAHYOL'un düşmesiyle birlikte kanuni takibata uğrayabileceğiniz
endişesinden ve lobi/kulis faaliyeti yapmak için olduğu söyleniyor.
Bu iddiayı dile getirenler, Amerika'daki lobilerin sizi dünya Müslümanlarının
lideri olarak göstermeye başladığından bahsediyorlar. F.G: Hiçbir
şekilde lobi ve kulis faaliyetlerine ihtiyacım yok. Fakat, ülkemin
ve bütün insanlığın faydasına olduğuna inandığım diyalog
çerçevesinde düz bir insan olarak bazılarıyla görüşmemden
daha tabiî bir şey olamaz. ABD'ye de, o sıra son derece sıkıştıran
kalb rahatsızlığım sebebiyle gittim ve yapılan anjiyo ve diğer
tetkikler neticesinde doktorlar kesin ameliyat demişlerse de, buna
karar veremedim. Kanûnî takibata uğrama endişesiyle gitmiş
olmam ise hiç mümkün değil. Çünkü, ortada böyle bir sebep ve
işaret yoktu. Eğer kanûnî takibata uğrayacak olsa idim, aynı
şey dönüşümde yapılırdı. Kaldı ki, kanûnî takibattan
korkarak yurtdışına çıkmam hiçbir zaman söz konusu olamaz.
1986 yılında arandığımı ve hakkımda tahdit konduğunu bile
bile Hacc'dan döndüm ve gidip Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne teslim
oldum. Bilâhare hakkımda takipsizlik kararı verildi.
- ABD'deki lobilerin beni dünya Müslümanlarının lideri olarak
empoze ettikleri iddiasına gelince; böyle bir şey vakî olmadığı
gibi, liderlikle ve liderlik iddialarıyla alâkamın olmadığını
da defalarca belirttim.
- - Orduya sızmaya çalıştığınız iddialarına cevabınız ne
olacak?
- F.G: Hayatımda hiçbir zaman orduya ters, ordu aleyhinde ve
ordunun kabûllerine aykırı bir faaliyetim olmamış ki, orduyu
faaliyetlerime engel görerek, ona sızmaya çalışayım. Asıl,
Din'in her türlü tezahürüne karşı çıkıp, lâikliği ve Atatürkçülüğü
dinsizlik şeklinde takdim edip, kendi emelleri istikametinde
kullanmak isteyenler, ordunun lâiklik ve Atatürkçülük
konusundaki hassasiyetini istismarla, onu bu ülkenin dindar ve
vatansever evlâdlarına karşı kışkırtmaya çalışıyorlar.
Ordu, ilki bizzat ordunun komutanını, genelkurmay başkanını müebbed
hapse mahkûm edecek bir cunta hareketi olarak, Cumhuriyet tarihinde
üç defa idareye müdahalede bulunmuş, fakat her müdahale sonrasında
hiçbir zaman Din ve dindarlar aleyhinde, kendisini Din aleyhinde kışkırtanların
istekleri istikametinde bir uygulamada bulunmamıştır. Asıl
tehlike, ordu ile, bağrından çıktığı milletimizi ve onun
mukaddeslerini karşı karşıya getirme çalışmalarındadır.
Ordunun bunun şuurunda olduğuna inancım tamdır.
- - Fethullah Gülen tarikatına bağlı askerlerden bahsediliyor.
Ve bu askerlere sizin, "Çalışın, İngilizce öğrenin,
kendinizi saklayın ve âmirlerinizle iyi geçinin"
tavsiyesinde bulunduğunuz iddia ediliyor?
- F.G: Tarikat ve tarikatçılıkla bir münasebetimin olmadığını
defalarca ifade ettiğim gibi, tarikatın ne olduğunu bilen
objektif ilim adamları ve aydınlarımız da, bu hususu zaman zaman
yazılı veya sözlü olarak dile getirmişlerdir. Buna rağmen, şabloncu
bir tavırla meselenin hâlâ böyle takdimi, ancak bir garaz
saikiyle olabilir. Sonra, kendilerine tavsiyede bulunduğum iddia
edilen askerler kimlermiş? Bunu açık olarak medya vasıtasıyla
da sordum. Sözü edilen tavsiyeleri ne zaman, nerede, kime yapmışım?
Bu iddia olsa olsa, bahse konu hususlar ordumuzun önem verdiği
prepsipler olduğundan, iddiaya güya doğruluk kazandırmak için
ileri sürülmüş olabilir. Bu prensiplere, "Kendinizi saklayın"
ifadesi de eklenmelidir ki, zikredilen tavsiyeler bana
atfedilebilsin!..
- - Orduya sızmak için yeni yöntemlerinizin, sızma
projelerinizin olduğu, cemaat mensubu türban takmayan modern görünümlü
bayanların subaylarla evlenmesini teşvik ettiğiniz yazıldı.
- F.G: Bu da, yukarıdakiler gibi, hiçbir mantığı olmayan ürpertici
bir yalan. Bu projelerin ne olduğunu hiç bilmiyorum. Hiçbir zaman
da böyle bir projem olmadı. Çünkü sızma, düşmana karşı yapılır.
Ordumuz hakkındaki hislerim çoklarının malûmu olduğu gibi,
yazdıklarım ve söylediklerimin de hepsi meydandadır.
-
- - Yine Nurculuk'la ilgili olarak öne sürülenlerden biri de,
1970'te İzmir'de Nurculuk faaliyeti programı hazırlayıp, toplantılarla
bu konuda eğitim çalışmaları yaptığınız şeklinde?
- FG: Tamamen hayal mahsûlü bir isnattan ibarettir. İddia edenler,
delillerini de ortaya koymalıdırlar.
- - 1972 yılında Erzurum'da, 1982'de de Konya'da Nurcu liderlerle
toplantılar yaptığınız iddia ediliyor?
- FG: Bir haber veya istihbarat için bir yıl çok uzun bir süre.
Dolayısıyla, günü, yeri, katılanları belli olmayan ve hiçbir
istihbarat değeri taşımayan böylesi gülünç iddialar herkes hakkında
ileri sürülebilir. Sonra, bu Nurcu liderler kimlerdir? Kaldı ki,
1972 yılında tahliyeden sonra, yıllardır gitmediğim ana-baba ocağım
Erzurum'a ailemi ziyaret maksadıyla gitmişsem de, 1982 yılında
Konya'ya gittiğimi hiç hatırlamıyorum.
- - Medyaya intikal eden bazı raporlarda sizin, Yazıcı Nurcular'ın
lideri olduğunuza dair cümleler yer aldı.FG: Herhangi bir -ci, -cu
ile alâkamın olmadığını belirttim. Şimdiye kadar da bu türden
ayırım ifade eden sözleri hiç kullanmadım ve bunlardan şiddetle
kaçındım. Bazıları tarafından 'Yazıcı Nurcular' denilen
kesimle de, onlardan olduğumu gösterecek hiçbir yakın münasebetim
olmadığına bütün hayatım şahiddir. Başkalarının o türden
tanıdığı kimseler varsa, onlara da sorulabilir.
- - İzmir Kestanepazarı Kur'an kursunda görev yaparken, Nurculuk
faaliyetlerinde bulunduğunuz gerekçesiyle işinize son verildiği söyleniyor,
Nurcu olduğunuzu delillendirmek için?
- FG: Bu da asılsız bir isnat olmaktan öte bir mânâ ifade
etmemektedir. Bir defa, işime son verilmedi, kendim istifa ettim. İstifamın
sebebi de, idarî konumda yapılan değişikliklere razı olmamamdır.
-
|
- -
Finans kurumlarından korkmak niye?
- Özel finans kurumlarına olan ilgi, irticacı
sermayenin güçlenmesi olarak değerlendiriliyor. 10'dan
fazla özel finans kurumu, bir o kadar holding ve 4 bin şirket,
yine aynı sayıda vakfın irticacıların elinde olduğu,
finans kurumlarının 1990 yılında 1.7 trilyonluk işlem
yaparken, 1997 yılında 340 trilyon liralık işlem yaptığını
söyleyen bazı çevreler, bu durumdan korkulması gerektiğini
belirtiyor. Bu durumdan birilerinin korkması için sizce
sebep var mı?
F.G: Bu iddiada iki husus var. Biri, yine yuvarlak
rakamlar, bunların hiçbir mesnede dayanmadığını gösteriyor.
İkinci olarak, bu iddia, garazın insan gözünü nasıl kör
ettiğini ve insan zihnini nasıl dumura uğrattığını gösteren
çok önemli bir misal. Çünkü, 1990 yılındaki 1.7
trilyon, 1997 yılının en az 350-400 trilyonuna eşittir.
Bu kadar basit bir gerçeği göremeyen insanların hangi
iddiasına inanılır? Ayrıca, 1990 ile 1997 arasında yeni
özel finans kurumları da kuruldu. Buna rağmen, bu
kurumların gerçek iş yapma kapasitelerinde hiçbir artışın
olmadığını, bizzat iddiacıların "korkunç artış"
yorumlarına mesnet yaptıkları rakamlar gösteriyor.Sonra,
özel finans kurumlarından korkmak niye? Bir defa, bu
kurumların, emsali bankalar dahil, bütün finans müesseselerindeki
toplam mevduatın sadece %3'üne sahip olduğunu gazeteler
yazdı. İkinci olarak, Türkiye'nin yastık altındaki döviz
ve altın bakımından dünyanın en zengin ülkesi olduğunu
yine gazeteler yazdı. Ülkesini seven bir insanın bu döviz
ve altınları piyasaya çekme yollarını araştırması
gerekmez mi? Bu kurumlar, bunlardan çok az bir kısmını
çekebiliyorsa, bunu teşvik etmek daha akıllıca olmaz mı?
Sonra, bu kurumlar hangi irticaî faaliyete destek vermişler?
- Sizin teşvikinizle kurulduğu söylenen Asya Finans ve
Işık Sigorta'dan, Asya Finans'ın devletten yüzlerce
milyar lira teşvik aldığı söyleniyor.
F.G: Asya Finans ve Işık Sigorta'nın kurucuları vardır,
idarecileri vardır, sahipleri vardır. Sonra, irticacı
olduklarının delili nedir? Üçüncü olarak, bu her iki müessese
de, kanunlar çerçevesinde kurulmuştur, kanunlar çerçevesinde
icra-i faaliyette bulunmaktadır ve yine kanunlar çerçevesinde
her türlü teftişe açıktır. Ayrıca, devletten teşvik
alıp almadıkları bizzat idarecilerinden tahkik edilebilir.
Eğer almışlarsa ve devlet de bunu vermişse, herhalde
mevcut mer'î teşvik kanunlarına göre alınmış ve
verilmiştir. Acaba neden, yarın kendilerini mahcup edecek
bir iftiraya başvurmak yerine, işi kaynağından araştırmıyorlar?
- Aynen şu şekilde bir iddia daha var: "Fethullah Gülen,
iş adamlarıyla 'feyiz' denilen toplantılar yapmakta, bu iş
idamları ise, diğer gruplarla 'halka' diye anılan toplantılarda
bir araya gelmektedir."
F.G: Buradaki yanlışları düzeltmeye hangisinden başlamak
lâzım bilemiyorum. Feyiz, tasavvufî bir ıstılahtır.
Allah'tan kulun kalbine gelen manevî haz, bereket, vâridât
demektir. Halka ise, tarikatlarda zikir için bir araya
gelen insanların teşkil ettiği şekle denir. Bunların
benimle ve dostlarımla hiçbir alâkası yoktur. Bu, tamamıyla
uydurma bir şeydir. Kim uydurmuşsa, çok acemice uydurmuş.
Herhangi bir -ci, -cu ile alâkam yok
- Sizin için, itham eder tarzda, 'Nurcu' deniyor?
FG: Nurcu kelimesi, Bediüzzaman Said Nursî de, önce
muarızları kullandığı için az da olsa kullanmakla
birlikte, esasen, onun hizmetini ve taraftarlarını küçük
düşürmek isteyenler tarafından uydurulmuş bir kelimedir.
Herkes, hayatında pek çok kimseden, yazardan, şairden,
alimden istifade eder, hattâ etkilenir. Hayatımda, Doğu'dan
ve Batı'dan pek çok tarihçi, edebiyatçıyı okuyup,
kendilerinden istifade ettiğim olmuştur. Bediüzzaman Said
Nursî de bunların önde gelenlerinden biridir. Kendisini görmüş
değilim. Diğer taraftan, hayatımda -ci, -cu gibi, bir
gruba aidiyet ifade eden sözleri hiç kullanmadım.
Kur'an'da emredildiği şekilde Müslüman olarak yaşayıp,
Müslüman olarak ruhumu Allah'a teslim etmekten başka bir
derdim olmadı.
Okullar
- Sizin tavsiyelerinizle açılan okullar ve dersaneler
ile buralarda yetişenler hakkında çok şey söylendi, yazıldı.
Türkiye'de 1000'e yakın okul, 5000 civarında dersane ve
kursun tarikatçılar tarafından işletildiği, buralardan
"Altın Nesil" adlı tarikat müritleri yetiştiği
söyleniyor?
FG: Burada her şey birbirine karışmış ve belli ki,
bir kesimi tesir altına almak için düz rakamlar uydurulmuş.
İkinci olarak, hangi okullar irticacı ve tarikatçı,
hangileri değil. Bunun tesbiti neye göre yapılıyor?
Üçüncü olarak, bir taraftan dincilerle dindarların ayrıldığı
ve Din'e karşı olunmadığı söyleniyor. Fakat, diğer
taraftan öyle görünüyor ki, iyi kötü namazını kılan,
camiye giden, en azından Din'e içten saygı duyan Müslüman
halkımızın her faaliyeti, irtica ve tarikatçılıkla
damgalanıyor. Ben burada sadece tek bir şey söyleyeceğim.
Türkiye'de nefsi terbiye ve ıslah adına faaliyet gösteren
bazı tarikatlar olabilir. Bunların şu ana kadar devlete
ve rejime karşı bir faaliyetlerinin olup olmadığını
bilmiyorum. Fakat, değil bunların kurdukları müesseselerin,
bütün bunlara mensup olan insanların sayısı ancak yukarıdaki
rakamlara denk gelebilir. Dördüncü olarak, bir şair,
Peygamberimiz hakkında, "Muhammed bir beşerdir, fakat
her beşer gibi değil. O, taşlar arasında bir yakuttur"
der. Bir hadis-i şerifte, "İnsanlar (işlenmeğe
muhtaç) madenler gibidir" buyurulur. Hep, kafası müspet
ilimlerle aydınlık, kalbi imanla dupduru ve birer ahlak
timsali, vatanına, milletine hizmet aşkıyla yanan,
kendisi için değil, başkaları için yaşayan bir nesil
tahayyül ve tasavvur etmiş ve buna biraz önce naklettiğim
beyit ve hadis-i şeriften mülhem 'Altın Nesil' demiştim.
22 yıl evvel bazı şehirlerde verdiğim konferanslarda bu
neslin özelliklerini anlattım. Bu, benim kullandığım ve
bana has bir tabir iken, hiçbir ayırım yapmaksızın, Müslüman
halkımızın tamamının hizmetlerini içine alacak şekilde
kullanılıyor. Bu da, neyin ne kadar tanındığını gösteren
bir başka garabet...
|