STKB DOSYASI
STKB'nin gerçek amacı ne?
Kendilerine Sivil Toplum Kuruluşları Birliği adını veren
Marksist solcuların amacı aslında dün olduğu gibi bugün de rejimi kendi
fikriyatları çerçevesinde değiştirmek. Bu kuruluşun tüm faaliyetleri aslında
yasadışı çünkü İstanbul Emniyet Müdürlüğü Dernekler Masasında herhangi bir
kayıtları olmadığı gibi bünyelerinde hangi sivil toplum kuruluşlarını
barındırdıkları da meçhul.
Ve sözde sivil toplumcuların nasıl ortam hazırlamaya
çalıştıkları aslında apaçık ortada. Kanıt, bu birliğin fikir babalarının
yıllarını Türkiye'de darbe planları ve darbeler yaparak geçirmiş olmaları. Birliğin başkan yardımcısı İlhan
Baş. Baş, Menderes'i idama
götüren ve periyodik darbe dönemini başlatan 27 Mayıs darbesinin önemli isimlerinden birisi.
İlhan Baş 27 Mayıs 1960
tarihinde yapılan darbe döneminde teğmendi ve tüm gücüyle darbeye destek
vermekteydi. Öyle ki sonraki dönemlerde 27 Mayısçıların radikal kararlar
alamadığını ileri sürerek onu tamamlayıcı darbeler planlayan grupların içinde
de yer aldı. 1961'de Talat Aydemir ile birlikte çoğunluğunu Kara Harp Okulu
öğrencilerinin oluşturduğu yeni bir cunta örgütlenmesine ön ayak oldu. Amaçları
güya eksik kalan 27 Mayısı tamamlamaktı. 22 Mayıs 1962 tarihinde Türk Silahlı
Kuvvetleri tarafından bastırılan bu cuntacılardan Talat Aydemir ve 64 subay
emekliye sevkedildi. Fakat hiç bir şart onları darbe yapmaktan alıkoyamıyordu.
Bir sene sonra 23 Mayıs 1963'te Talat Aydemir ve İlhan Baş'ın da yer aldığı bu
cuntacılar geçmişten ders almamışcasına bu sefer Ankara Radyosu'nu basarak
darbe yaptıklarını ve tüm partileri feshettiklerini ilan ettiler. Ama
yaptıkları bir nevi kendileri çalıp kendileri oynamaktı. Çünkü Türk Silahlı
Kuvvetleri yine olaya el koydu. Ama bu sefer daha ağır müeyyideler uygulayarak.
Yargılanan cuntacıların başı Talat Aydemir ve 36 subay idam cezasına, 100 kadar
subay da müebbet hapse mahkum edildi. Aydemir ipe giderken İlhan Baş son anda
kurtuluyordu. İşte dünün darbe planlayıcısı bu zat bugün sivil toplumcu olarak
arz-ı endam ediyor. Onun inandırıcılığını kamuoyuna bırakmak lazım herhalde.
Geçmişin tetikçileri
Aslında birliğin kurucularının büyük çoğunluğunun geçmişleri
karanlık. Şöyle bir yolculuk yapıldığında her birinin nasıl karanlık bir
kimliğe sahip olduğu ortaya çıkacaktır. Birliğin fikir babası İlhan Baş'tan
sonra bir süre birliğin dönem sözcülüğü görevini de yürüten solculuğu ve
bölücülüğü tescil edilmiş Haşmet Atahan'a bakalım.
1968'li yıllarda baş gösteren komünist olayların başaktörlerini
bünyesinde toplayan 68'liler Vakfı'nın başkanlığını yapan Atahan 1970'teki işçi
olaylarının da tertipçilerinden. Geçmişin hızlı devrimcilerinden Atahan'ın ilk
ciddi icraatı 1969 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof.
Dr. Orhan Aldıkaçtı'nın aracına bomba yerleştirmek oluyor. Bir sene sonra
İstanbul Üniversitesi'nde baş gösteren öğrenci ve işçi olaylarının en önünde
yer alan Atahan 1970 yılının haziran ayında Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından
tutuklanıyor.
Bu yıllarda Merkezi Ankara'da açılan Türkiye Devrimci Gençlik
Federasyonu(TDGF)'nun yönetim kurulu üyeliğini de yapan hızlı devrimci, aynı
zamanda Dev-Gençli arkadaşlarıyla birlikte 1970 yılında hazırladıkları sözde
yasadışı üniversite yasasının yanısıra 15 ve 16 Haziran 1970 tarihinde meydana
gelen işçi olaylarının da yine başaktörlerinden. Haşmet aynı yıllarda gerilla
eğitimi almak için Şam'a kaçıyor. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın İçişleri
Bakanlığı'na gönderdiği 15 Aralık 1971 tarihli yazıda; Şam'daki örgüt evinde
bulunan Kemal kod adlı örgüt üyesinin Haşmet Atahan olduğu belirtiliyor. Aynı
yazıda aralarında Atahan'ın da bulunduğu örgüt üyelerinden şöyle bahsediliyor:
"Türk Halk Kurtuluş Ordusu, Türk Halk Kurtuluş Cephesi gibi illegal
örgütlere mensup şahıslardan Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü'nün Adnan,
Münir Ramazan Aktolga'nın Hüseyin, Taner Kutlay'ın Abu Hol, Haşmet Atahan'ın
Kemal ve Yüzbaşı İlyas Aydın'ın Mithat takma isimleriyle faaliyet yaptıkları
haber alınmıştır. Şam'da karargah olarak kullandıkları ve İstanbul Bölge
Yürütme Kurulu Başkanı Ömer Güven'in de geldiği, içlerinden dört militanın kırk
beş gün eğitim almak üzere kısa bir süre El Fetih'e gidecekleri öğrenilmiştir.
Hame'deki kampta altı-on iki kişiden müteşekkil iki grubun eğitim gördüğü, altı
kişilik grubu Yüzbaşı İlyas Aydın'ın yönettiği, on iki kişilik grubu ise yine
bir Türk'ün sevk ve idare ettiği duyurulmuştur."
Haşmet El-Fetih'te
Hatırlanacağı gibi o dönemler El Fetih'e gidenlerin arasında
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan gibi isimler de vardı. El Fetih'e gitmelerindeki
amaç gerilla eğitimi almak ve sonrasında Türkiye'de bir devrim
gerçekleştirmekti. Gerilla eğitimi görmek için El Fetih'e gidenlerin arasında
yer alan Haşmet Atahan eğitimini tamamladıktan sonra yurda döndü. Atahan
provokatif olaylara karışmaktan geri durmuyordu. 70'li yıllarda başgösteren
işçi olaylarını tezgahlayanların arasında yer almış ve bir kaç arkadaşıyla
birlikte bu olaylardan dolayı Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından tutuklanarak
cezaevine gönderilmişti. Daha sonra 25 Eylül 1979 tarihinde de İstanbul
Üniversitesindeki eylemleri çıkardığı gerekçesiyle tekrar tutuklanıp cezaevine
konuldu.
Kurdukları örgütlerin propogandasını etkili bir şekilde yapmak
için gereken paraları gasp ve soygunlarla elde eden Haşmet Atahan ve
arkadaşlarının nasıl bölücü roller üslendiği ise raporda şöyle anlatılıyor:
"Milli Güvenlik Konseyi ve Sıkıyönetim Komutanlıklarının yasaklamalarına
rağmen çıkardıkları illegal yayınlar vasıtasıyla bölücülük yaptıkları, bu
yayınların her sayılarının tetkikinde görülmektedir. Bu yayın organları,
bildirileri ile temel güvenlik kuvvetimiz Türk Silahlı Kuvvetlerine, anayasal
düzene ve anayasal çerçeve içinde kurulan müesseselere karşı milletin güvenini
sarsıcı, bu kuruluşları tahkir edici, milli duygulardan uzaklaştırıcı, kanun
hakimiyetini zayıflatıcı bilgilerlerle kitleleri şartlandırıp, asılsız haberler
ile ülkede huzursuzluk propagandası yapıp halkı düzene karşı kışkırttıkları
görülmektedir."
Geçmişin tescili provokatörlerinden Haşmet Atahan'ı devletin
resmi istihbarat raporları böyle anlatıyor. Fakat onu bir de eşinden dinlemek
lazım. Kumkapı cinayeti sanığı Zeynep Uludağ ve Aczmendi lideri Müslüm Gündüz
ile basılan Fadime Şahin'in gönüllü avukatlığını üstlenen Nuran Atahan eşi ile
ilgili şunları anlatıyor: "Devrimciydim, halen de devrimci - demokratım. O
yılları Deniz Gezmiş'ler, Cihan Alptekin'lerle birlikte yaşadık. Birinci
sınıfta ilk yazılıma girmiş neticesini beklerken ilk boykot patlak verdi. Arkasından
da işgaller geldi. 68 - 69'da şimdiki eşimle (Haşmet Atahan) tanıştım, çok atak
bir insandı. 68 olayları içinde belirli isimlerden biriydi. Olaylar yüzünden
sürekli gözaltına alınırdı. Rahmetli kayınpederim de hukukçu olduğu için üç -
beş ayda bir onu kurtarmak için Antalya'dan İstanbul'a gelirdi. Eşim hakkında
takibatlar vardı. Bu yüzden 12 Mart'ta öğrenciliğimiz kesintiye uğradı. 1973'te
mezun olabildim. 74'te evlendik. İş hukuku üzerine doktoraya başladım. Ama hem
okul çok karışıktı, hem de ben bir yandan çalıştığım için zorlanıyordum. 76'da
doğum yapınca bıraktım." Böylesi çatışmacı ve gerektiğinde halka veya
güvenlik güçlerine silah çekmekten çekinmeyen, geçmişte kanunsuz ne kadar suç
varsa katılmış ve devlete saf tutmuş kişilerin ortaya çıkması ve onlara itibar
gösterilmesini anlamak mümkün değil. Bilindiği gibi Haşmet Atahan'ın ilk ortaya
çıkışı 68'liler Vakfı ile olmuştu. Bu vakıf güya 68'li hareketi canlandırmak,
onu bugüne taşımak amacıyla kurulmuştu. Oysa bu vakfın da paravan bir kuruluş olduğu,
esas gayenin nasıl gizlendiği sonraları ortaya çıktı. Devletin güvenlik
güçlerinin hazırladığı raporlarda bu vakıf şu şekilde anlatılıyor:
"68'liler Vakfı, üyelerinin çoğunun Türkiye Komünist Partisi, Türkiye
Halkçı Komünist Partisi örgütü mensubu oldukları, bu örgütler içindeki
faaliyetlerinden dolayı bir çok kez yargılandıkları ve hüküm giydikleri, bu
örgütlerin gayelerinin Türkiye Cumhuriyetini yıkıp yerine Marksist-Leninist bir
düzen kurmayı amaçladıkları, vakfın üyelerinden bazılarının Deniz Gezmiş'le
beraber faaliyet yürüttüğü, askerlerle silahlı çatışmalara girdikleri, hatta
bazılarının da birçok asker, vatandaş ve polisin öldürülmesi olaylarına
karıştıkları belirlenmiştir."
"68'lerde bunlar darbecilik yaptılar"
1970'li yıllarda ordu içinde oluşturdukları 9 Martçı cuntanın
başarısızlığa uğraması bu marjinal kesimin sevinçlerini kursaklarında bıraktı,
beklentilerini ise taa günümüze kadar taşıdı anlaşılan. 68'liler Vakfı'nın
kuruluşunda yer alan ancak daha sonraları onların nasıl darbeci bir mantık
taşıdıklarını görüp vakıftan ayrılan Mustafa Yalçıner'in Kanal 7'de
anlattıkları da bu zihniyetin 9 Mart'tan bu yana nasıl bir kin beslediğini ve
asıl amaçlarının ne olduğunu çok güzel ortaya koyuyor. Yalçıner'e göre vakfın
tamamına yakını darbe çığırtkanlığı yapıyor: "68'lerde darbecilik
yapanlar, benzeri şeyleri bugün de yapmak istiyorlar. Uzun süre sessiz
kaldılar. Birşeyler yapmak için ben de kurucuları arasında yer aldım. Ama
yapılabilecek bir şey olmadığını gördüğüm için istifa ettim. Şimdi uzun süre
sessiz kalanlar, bir yerlerden bir işaret çakıldığında, -ki işaret de bellidir,
28 Şubat'ta yayınlanmıştır, genelgeyle kanunlaşmıştır- sadece uyum sağlamakla
kalmadılar. Bit kanlanması oldu. Uzun süre ses çıkarmama basireti gösterenler,
şimdi emniyetli politika yapabilecekleri şartların oluştuğunu hissettiler
birden. Eskiden de yaptıkları şeyi devam ettirmeye çalışıyorlar". Hemen
devamında Yalçıner bu insanların ne denli ihbarcı bir kişilik taşıdıklarını da
anlatıyor. Geçmişte birlikte omuz omuza mücadele vermiş bir insanın
tahlillerinin önem arz etmesi gerekir: "78'de yaptıklarını biliyorum.
Örneğin o dönem gazete çıkarırlardı. Gazetelerde devrimci gençlerin
adreslerini, isimlerini vererek, hatta krokilerle nerede kaldıklarını
göstererek ihbarcılık yaparlardı. Şimdi de aynı şey yapılıyor. Ama ihbarcılığın
ne için yapıldığı da önemli. Bugün vakfın durumu 68 emekliler kulübü
durumundadır."
9 Mart'ta omuz omuza verdikleri askerlerin son anda manevra
değiştirmeleri ile hevesleri kursaklarında kalanlar bugün konuşlandıkları medya
plazalarında veya elde ettikleri sırça köşklerinde tarihi emellerine ulaşmanın
yollarını arıyorlar. 9 Mart'ta ordu içindeki solcu cunta, darbe ortamı
hazırlamak için nasıl öğrenci gençliğini kullanıp ortalığı karıştırdıysa bugün
de sivil toplumcuların yaptıkları bundan farklı değil. Çünkü darbenin mantığı
aynı: Bir ihtilal için önce sivil kesimden bir grupla dirsek temasına geçilir.
Daha sonra gösteriler ile bir gerginlik durumu oluşturulur, ondan sonra ekonomik
buhran ve nihayetinde doruklara çıkan kitlesel tepki ile meşrulaşır ihtilaller.
9 Martçıların arasında kimler vardı?
1970'li yıllardaki 9 Martçıların başında Cemal Madanoğlu
bulunmaktaydı. Hareketin fikir babaları ise o dönem medyaya hakim ve aydın
kesimin önde gelen isimlerinden oluşuyordu. Başta Doğan Avcıoğlu olmak üzere
Mihri Belli, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Altan Öymen ve Şevket Sürreya Aydemir
gibi isimler bunlardan bazıları. Emekli Binbaşı Erol Bilbilik 10 Mart 1996
tarihli Cumhuriyet gazetesindeki röportajında bunu teyit ediyor:
"Madanoğlu grubunun içinde siviller vardı. İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu,
Cemal Reşit Eyüpoğlu gibi... Ankara'nın tüm kordinasyonunun başı Doğan
Avcıoğlu, onun yardımcısı İlhami Soysal'dı. Altan Öymen Paris'ten çağrıldı.
Bunlara Mümtaz Soysal da eklendi. Bu sözünü ettiğim sekiz kişi Devrim
Konseyi üyeleri olacaktı."
Peki bugün bu isimlerin yerini kimler almıştır? Görünen o ki
sivil kesimde bu rolü sivil toplumcular ve bazı gazete veya televizyonlarda
köşe başlarını tutanlar üstlenmiş.
19 Haziran tarihli Hürriyet gazetesindeki Fethullah Hoca
kasetlerini ATV'den Ali Kırca'ya emekli General Kemal Yavuz'un ve 23 Haziran
tarihli Star gazetesindeki Halit Kakınç'ın köşesinde ise Faik Bulut'un
verdiğine dair bilgiler iki kesim arasında kimlerin arabuluculuk yaptıklarını
ortaya koyuyor. Yavuz'un değerlendirmeleri ve konuşmaları büyük çoğunluk
tarafından askerin bir kanadının görüşü olarak yorumlandı hep. Faik Bulut ise
28 Şubat'taki meşhur irtica işyerleri raporuna kaynaklık etmesiyle tanıyor.
Ali Kırca ve Doğu Perinçek'in seçilmesi tesadüf mü?
Peki Bulut ve Yavuz'un sözcülüğüne soyunduğu kişilerin amaçları
ne acaba? Ondan öte Fethullah Gülen'e yönelik bu infazların önce provokatif
Perinçek'in Aydınlık Dergisi'nde yer alması ve daha sonraları bu kasetlerin Ali
Kırca'ya gitmesi bir tesadüf mü? Gerek Perinçek'in gerekse Kırca'nın geçmişi
irdelendiğinde aslında olayın hiç de tesadüf olmadığı, tam tersi planlı bir
şekilde yürütüldüğü ortaya çıkacaktır.
1970'lerde Perinçek'in, Mümtaz Soysal'lar, Uğur Mumcu'lar ile
birlikte akademik görevini yürüttüğü üniversitedeki işi, öğrencileri kışkırtmak
ve darbe heveslileri ile iletişime geçmelerini sağlamaktı. Fakat Perinçek'in
asıl önemli yanı 12 Mart muhtırasından sonra gözaltına alındığı sırada ortaya
çıktı. Dava arkadaşlarını teker teker ispiyonlayıp onların kaldıkları yerlerin
krokilerini çizip güvenlik güçlerine verirken ne kadar kolay bir satıcı olduğu
ortaya çıkıyordu. Perinçek 1971 yılında yakalandığında Sıkıyönetim Mahkemesine verdiği
ifadesinde silahlı mücadeleye nasıl karar verdiklerini şöyle anlatıyor:
"Biz devrim yolu olarak silahlı mücadeleyi benimsediğimizden halkın azılı
sınıf düşmanlarına karşı halkı seferber edecek eylem çizgisini benimseriz, bu
konuda yukarıda söylediklerim dışında somut planlarımız olmamakla beraber
ileride şiddet hareketleri, silahlı hareketler, sabotaj vs'ye
girişebiliriz."
Perinçek'e bilgileri kim veriyor?
Ama Perinçek hakkında detaylı bilgiyi MİT daire eski
başkanlarından Mehmet Eymür veriyor. Eymür, Perinçek grubunun ortaya çıkış
gayesini "Örtülü faaliyetlerde hakiki amacı, organizatörü gizlemek ve
gerektiğinde onun ilişkisini ve sorumluluğunu reddetmek imkanını yaratmak
amacıyla planlanan operasyonların başıdır" sözleriyle açıklıyor. Eymür
daha sonra Hiram Abas'a dayandırarak Perinçek grubunun misyonunu ise şöyle
anlatıyor: "Türkiye'de hızla gelişen ve Batı dünyası için tehlike haline
gelen Sovyet yanlısı aşırı solu, yeni bir doktrinle bölmek, birbirine düşürmek,
parçalamak, etkisiz hale getirmek. Devletin içinde, orduda, MİT'te, poliste,
Özel Harp'te kendi çizgilerinde olmayan, düşünce ve faaliyetleri ile
organizatörü zor duruma düşürecek unsurları çeşitli yöntemlerle tasfiye etmek,
bu kilit müesseselerde etkinliğini artırmak. Türkiye'de politik ve ekonomik
istikrarsızlığı pompalayan faaliyetleri devam ettirerek, ülkenin güçlenip bir
milli politika izlemesini engellemek... Bu grup 1980 yılına kadar misyonunu
başarılı bir şekilde yerine getirdi. 1980'den sonra devamı olan dergiler göreve
devam ettiler." Mehmet Eymür'ün devamı dediği dergilerin bugünkü ismi
Aydınlık. Perinçek'e o dönemler el altından bilgileri veren Eymür'e göre emekli
Hava Kurmay Albay A.T.ydi ve bu albay 16 Mart 1983 yılında İstanbul'da CIA
mensubu ile gizli bir buluşma esnasında suç üstü yakalandı. (Burada Perinçek'e
el altından bilgi veren emekli albayın yerini bugün emekli General Kemal
Yavuz'un aldığı kastedilmemektedir.)
Ve yukarıda sorduğumuz "Fethullah Gülen operasyonundan
daha aylar önecisinde Aydınlık'ın nasıl haberi oldu?" sorusu kendiliğinden
cevap buluyor. Dün nasıl ordu içinde zuhur eden cuntacılar bilgileri günler
önecisinden Perinçek'e ulaştırdılarsa bugün de aynı tezgah devam ediyor. Doğu
Perinçek'in Silahlı Kuvvetler içinde Marksist bir örgütlenmeye gitmeye çalıştığı
Genelkurmay Başkanlığının belgelerine de şöyle yansımış: "Marksist
ideolojinin askeri kanadını oluşturan şahısların aynı ideolojinin sivil
kanadını oluşturan Doğu Perinçek ile irtibatlı oldukları unutulmamalıdır."
Ali Kırca ve Faik Bulut nereden koşuyor?
Belki 70'lerde içeriden sızan bilgilerin yayınlandığı yayınlar
çok azdı. Ama bugün aynı oyun daha çok medya mecrasında oynanıyor. Aydınlık'ın
Fethullah Gülen ile ilgili ilk yayınlarından sonra ortaya dökülen kasetlerin
ilk yayınlandığı yer ATV idi. ATV'nin başında ise Ali Kırca var. Peki Ali Kırca
kim? Kırca da yetmişli yılların hızlı devrimcilerinden. Kendisi o dönemler ordu
içinde bir subay. Kırca, Dev-Genç Başkanı Sarp Kuray'ın da bulunduğu 69 deniz
subayı olayının sonrasında gözaltına alındı. Kırca'nın suçu ise 69 subay
bildirisini kalem almış olmaktı. Gazeteci Hasan Cemal çok satan kitabı
"Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" adlı kitabında bu olayı şöyle
anlatıyor: "Devrim dergisi tek parti rejiminin peşinde düşlerimizi
kovalayan bizler için büyük silahtı. Her haberimiz her yorumumuz askeri darbeyi
hızlandırmaya dönüktü." 23 Aralık 1969 tarihinde çıkan Devrim'in birinci
sayfasına yansıyan manşet bu bildiri ile ilgiliydi: "69 Deniz Subayı
bildirisinin tam metni: Devrimci ölür devrim yürür." Cemal Devamlı bu
manşetle ilgili şu yorumu yapıyor: "Sarp Kuray'ın bildirisi. Ali Kırca da
vardı içlerinde; genç bir Deniz Harp Okulu öğrencisi olarak bildiriyi kaleme
alan o. Ali Kırca, 12 Mart sonrası hapse atılır. 83'ler davasında sanık olarak
Askeri Mahkeme'de yargılanır. Ali'nin kaleme aldığı, 69 Deniz Subayı
bildirisinden iki cümle: Mustafa Kemal devri bitmiştir. Ama devrimler
bitmemiştir. Korksun emperyalistler, korksun işbirlikçiler, korksun onların
zavallı uşakları." Ali Kırca 23 Haziran tarihli köşe yazısında düğmeye
kendisinin bastığını söylüyor ama kasetleri kimlerin kendisine verdiği sorusuna
"Gazeteci isterse haber kaynağını açıklamaz. Kimbilir belki o gazeteci de
kaynağı tam olarak bilmiyordur" cevabını veriyordu. Ama Kırca'nın kaynağa
ilişkin cevap vermekten kaçınması merakları körüklerken imdada Marksist yazar
Faik Bulut yetişiyordu. Bulut 23 Haziran tarihli Star gazetesinde Halit
Kakınç'a kasetleri kendisinin verdiğini itiraf edip ellerinde başka kasetlerin
de olduğunu söylüyordu. Peki ama Bulut'a kasetleri veren kim veya kimler? Bu
soruya cevabı Faik Bulut'un geçmişte üstlendiği roller irdelendiğinde
bulabilmek mümkün. Bulut'u 28 Şubat sürecini başlatan irticai kuruluşlar
listesine kaynaklık eden kitabı ve Apo'nun bana arabulucu olarak geldi
demesinden tanıyoruz. Ama onun bu tür işlere kaynaklık edişi yeni değil.
Faik Bulut da 1972 yılında diğer Marksist arkadaşları gibi
gerilla eğitimi almak için Filistin Kurtuluş Örgütünün kamplarına katıldı. Ama
bir sene sonra İsrailliler tarafından yapılan operasyondan kurtulamayıp
yakalandı. İsrail'de yedi yıl hapis yattı. 1980 yılında yurda dönerken hava
alanında yakalanıp göz altına alındı. Faik Bulut burada polise verdiği
ifadesinde Aydınlık Grubu sempatizanı oluduğunu itiraf ediyor. Bulut, Star
gazetesinde kendisini çağdaş demokrat bir araştırma grubunun üyesi olarak
tanıtıyor. Ama bu örgüt kimlerden oluşuyor, kimlere kaynaklık ediyor ona cevap
vermiyor.
İşte düğmeye basan 'belirsiz' kaynağın sahneye koyduğu oyunun
ayrıntıları böyle. Aslında otuz seneden beri ortaya konan oyunda roller de
değişmiyor, değişen sadece rolleri üstlenenler. Şüphesiz burada unutulmaması
gereken nokta oyunun ayrıntılarına takılırken, rolleri üstlenenlerden çok
sahneye koyanlara kilitlenmek olacaktır.
STKB illegal
Kendilerine Sivil
Toplum Kuruluşları Birliği (STKB) adını veren yapılanmanın Emniyet ve
Valilik'ten resmi izin alınarak kurulmadığı, illegal bir yapı olarak ortaya
çıktığı bildirildi. STKB, geçtiğimiz yıl 'Hoca'nın Okulları' adlı bir kitapla
adını duyurmuştu. (Kitabın hazırlanmasında büyük emeği geçen 2 öğrenci, daha
sonra para karşılığında bu kitabı uydurduklarını açıkladılar.) İstanbul
Emniyeti, 110 kuruluştan oluştuklarını iddia eden STKB'nin illegal olduğunu o
dönemde açıklayınca, STKB'ciler apar topar İstanbul Valiliği'ne 110 kuruluşun
adının yer aldığı bir liste verdiler. Ancak vilayetteki listede STKB adına
basın toplantısı düzenleyen 6'sı dışındaki 104 kurum, kuruluş ve dernek bu
listede habersizce veya aksini bildirmelerine rağmen istemeden yer aldı. DİSK,
Kalder ve Çevko gibi pek çok büyük sendika ve saygın kuruluş kendilerine
sormadan STKB'lilerce bu illegal örgüte üye gösterilmelerine bir anlam
veremediklerini söyleyerek, kendi isimlerini kullanan STKB'yi sert bir dille
uyardılar.
STKB'ci 68'liler Birliği Başkanı Haşmet
Atahan'ın birliği, geçmişte terörist eylemlere karışanların odaklandığı yer
olarak Emniyet raporlarında yer aldı. STKB sözcüsü Bülent Berkarda'nın ismi
Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'ndaki kirli ilişkilerin içinde
geçti. Berkarda raporda, Ertaç Tinar ile birlikte bir paravan şirket kurarak
devleti soymakla suçlanıyor. Gülseven Güven Yaşer ise maddi menfaat vaadiyle
kandırdığı öğrencilere Fethullah Gülen'e iftira attırdı. Gülen'e iftira atmaları
karşılığında iki öğrenciyi evinde konuk etti, kızıyla evlendirmeyi ve
Amerika'ya göndermeyi vaat etti. Öğrenciler, Yaşer'in bu komplosunu açıklayarak
maskeyi düşürdüler. HALİL İBRAHİM BALTA / İSTANBUL
TOKTAMIŞ ATEŞ ‘in STKB ile ilgili sözleri:
Sivil
Toplum Kuruluşları Birliği'nin böyle bir kampanyaya girecek kadar güçlü
olduğunu düşünmüyorum. Bunların arkasında tahmin ettiğim, ama dile getirmek
istemediğim başka kişiler de var.
Buna
karanlık güçler diyebiliriz. Haşmet'in bu işin bayraktarlığını yapması, içinde
bulunduğu konumun gereğidir.
-
Bu, devletin yanında bir konumda olmayı gerektiriyor. Oysa 30 yıl önce sizler
devletin karşısında, emekten yana tavır koyuyordunuz. Bugün ise vakfınız adresi
tam belli olmayan bir anlayışın sözcülüğünü yapıyor. Bunu değişimle açıklamak
mümkün mü?
68'liler
Vakfı'nın üyeleri ya da ona gönül veren o kuşağın insanları, bugün de o
günlerde olduğu gibi halkın içinden gelmişlerdir ve halkla beraber haktan
yanadırlar. Bu konuda İşçi Partisi'nin bazı tavırları rahatsız edici. Ben
geçliğimde o gruba, Milli Demokratik Devrim grubuna, Mao'cu çizgiye daha
yakındım. Ama angaje olmadım.