Ege Cansen / 23.06.1999-Hürriyet
Gülen ve Babuna
Hayatı,
siyah ve beyaz olarak görenler için peşinen açıklayayım. Bu yazı, Gülen ve
Babuna hareketlerinden yanadır. Dolayısıyla kimsenin, makaleyi baştan sona
okuyup, benim kimden yana tavır koyduğumu anlama zahmetine katlanmasına
gerek yok. Hayatı, tüm renkleriyle ve her rengin sonsuz sayıdaki tonuyla
"gerçekten olduğu gibi" görenler ise, maalesef yazıyı sonuna kadar okumak
ve düşünmek zorundalar.
* * *
Fethullah Gülen, son yirmi yıl içinde Türkiye'de ortaya çıkmış en
önemli "sivil hareketin" önderidir. Gülen hareketi, gerek yurt içinde
gerek dışında inanılmaz işler başarmıştır. Bu kadar büyük işler başaran
bir sivil hareketin önderinin "din adamı" olması ise çok doğal. Çünkü, bu
milletin kimliğini belirleyen bir numaralı öğe "İslam"dır. İki numaralı
öğe ise "Türk" olarak bilinmekten mutlu olmaktır. Unutulmasın ki, "millet"
kelimesinin kök anlamı da "din"dir. Nitekim Osmanlı'da aynı milletten
demek, aynı dinden demektir. Müslüman milleti, Rum milleti, Ermeni
milleti, Yahudi milleti vs. deyimler, aynı dine (mezhebe) mensup insanlar
topluluğu anlamına gelir. Gülen, "Nur" ekolünden gelir. Nurculuğun ülküsü
(vizyonu) "dininle müftehir, fenne inanmış, medeni Müslüman bir toplum"
yaratmaktır (Bu tanım bana aittir). Nurculuk, her dini ve siyasi harekette
olduğu gibi, esas olarak "imtiyazsız kitlelere" dayanır. Onları
örgütlemeyi ve muktedir kılmayı hedefler.
Gülen'in kasetlerinde yer alan ve gizli bir örgüt liderinin sözlerine
benzeyen "mülkiyeye ve adliyeye sızmak", "devlet ele geçirilecekse
yapılacak iş odur" ve benzeri ifadeler, her duyanı dehşete düşürecek kadar
"antidemokratik"tir ve karanlık amaçların var olduğu kanaati vermektedir.
Ancak Gülen ve ona gönül verenler (hadi cemaati diyelim) eylemleriyle son
20 yıldır çırılçıplak ortadadır. Gülen bu sözleri gizli değil, açık bir
ortamda söylemiştir. Yine de hangi bağlamda ve ne kasıtla söylediğini
anlayabilmiş değilim. Eğer bir inancın ve davranış biçiminin bu ülkede
yaygınlaşması ve hatta "egemen olmasını" kastediyorsa, bu arzuyu
sosyolojik olarak anlayabilirim. Yok hedef, "cemaat/örgüt" olarak devleti
içeriden ele geçirmekse, bunu kabul edemem. İş o zaman mahkemeye gider.
Her şeye rağmen, Gülen "sivil hareketinin" Türkiye için çok büyük bir
kazanç olduğuna inanıyorum.
M. Ali Birand / 23.06.1999-Posta
Gülen yangını büyüyor
Fethullah Gülen olayını Güneydoğu'da yaşadığınız zaman çok farklı
yankılar alıyorsunuz. İzlenimlerime devam etmek istiyorum...
Herkes bu konuyu tartışıyor.
Güneydoğu, cepheleşmekten çekiniyor
Tartışılanların sayısına bakınca, Fethullah Gülen'i destekleyenlerin
hiç de küçümsenmeyeceği hemen anlaşılıyor. Gülen taraftarları,
Erbakan'cılar veya başkalarına benzemiyorlar. Büyük bir bilinç ve büyük
bir bağlılıkları var. Parasal çıkar değil, Gülen'in dünyasına inanmaları
ve hocaefendiye katıksız bir güven duymaları büyük rol oynuyor. Bu
insanların Fethulah Gülen'i terk etmeleri söz konusu değil. Aksine şimdi
birbirlerine daha sıkı kenetlenme ve Gülen'e (ABD'den geri dönmese dahi)
sahip çıkma dönemi başlıyor.
Bu arada en büyük merak konusu, bu kasetlerin kimler tarafından
dağıtıldığı, operasyonun yönetiminde kimlerin bulunduğu.
"Eskiden beri bilinen bir konunun, tam gerginlik biterken, bu aşamada
piyasaya sürülmesinin nedenleri ne olabilir?" sorusu Harran Ovası'ndan,
Gaziantep iş çevrelerine kadar her yerde konuşuluyor.
'Laik cunta ayaklandı.. dinsizlerin harekatı(!)
Dinlediklerimin içinde beni en çok rahatsız edeni, birdenbire
cepheleşmenin başladığının söylenmesiydi.
Düne kadar Fethullah Gülen ile Erbakan arasında derin bir yaklaşım
farkı vardı. Bu fark nedeniyle de birbirlerine soğuk bakarlardı.
İşte şimdi Gülen ile Erbakan, kendilerini birdenbire aynı cephede
buluverdiler. İş bununla da kalmıyor, özellikle de Anadolu'da, bir fısıltı
fırtınası estirilmeye başlandı. Buna göre "Laik cunta (bu kelime sadece
askeri anlamda kullanılmıyor. Sivil laik gruplar da içine konuyor)
ayaklandı ve Müslümanlara son darbeyi indirmek için harekete geçti. Refah
kapatıldıktan sonra hiçbir tepkinin çıkmaması, hele seçimlerde Fazilet'in
oy kaybetmesi üzerine cesaretleri daha da arttı ve düğmeye basıldı."
Hele bu fısıltının dinci basın tarafından körüklenmesi ve işi
"Dinsizler, en ılımlı dindara dahi tahammül edemiyorlar" şekline
dönüştürülmesi beni korkuttu.
Dinsiz-dindar cepheleşmesi herhalde en son istenecek bir şeydir.
Korktum.
Fethullah olaynı planlayanlar herhalde bu durumdan haberdardırlar.
Değillerse aman araştırsınlar.
Yangın giderek büyüyor...
Hıncal Uluç / 23.06.1999- Sabah
İçimden bir ses...
Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral görevden alındığında, "Bu daha ilk
raund" dedi...
Ne demek istediği hemen anlaşıldı. Önce "Emniyet teşkilatında Fethullah
Gülen'in maskesini düşüren ekip görevden alındı" iddiaları ortaya atıldı.
Ardından yıllardan beri devletin değilse de, bu devletin bürokratlarının
elinde olduğu anlaşılan birtakım kasetler medyaya sızdırıldı.
İkinci raund başlamıştı.
Gülen'in peşine düşen medya adeta bir zafer sarhoşluğu içinde işin bu
korkunç, bu çirkin yanı üzerinde hiç durmadı.
Son aylarda devlet delik deşik olmuştu. Hemen her köşe başındaki
bürokratın elinde birtakım kasetler vardı. Devletin sırrı olması ve ilgili
makamlara derhal sunulması gereken birtakım kasetler dilendiği gibi
montajlanıp adeta bir şantaj aracı gibi saklanıyor, kasete sahip olanın
başına bir şey geldiğinde medyaya ya da muhalefete sızdırılıyordu.
Peki bu nasıl devletti?..
Bunu kimse sormadı. Düne kadar konacak yer bulamayan Fethullah Gülen,
şimdi tam bir "Vur Abalı"ya histeryası içinde eleştiriliyor, saldırıya
uğruyor.
Kasetleri izliyorum...
Bir şeyler beni rahatsız ediyor... Bir şeyler eksik, bir şeyler saklı
gibi geliyor...
İçimden bir ses "Hele biraz bekle, acele etme" diyor...
Her şey bu kadar meydanda gözükürken içim gene niye böyle diyor?..
Bilmem!..
Taha Akyol / 23.06.1999-Milliyet
Ecevit haklı
Laiklik konusunda Fransa'da Üçüncü Cumhuriyet'in en keskin laikçi
başbakanlarından Gambetta'nın ünlü sözü!
- Klerilalizm, işte düşman!
'Kilisecilik' demek olan 'klerikalizm'i bizde "dinci" diye çevirmek
mümkün.
Gambetta'nın bu sözleri Fransız radikallerinin laikçilik anlayışının
simgesi olarak tarihine geçmiştir!
Katolisizme göre, sadece ruhani olarak değil, siyasi meşruiyet olarak
da üstün otorite "Roma'daki Papa ve onun büyük kızı Fransız Kilisesi" idi.
Bu, Cumhuriyet'in sadece "laiklik" değil, "milliyetçilik" ve "milli
hakimiyet" ilkeleriyle de çelişiyordu.
Radikal Başbakan Gambetta, Katolisizmi içerde ezmeye çalışırken,
dışarda "klerikalizm"i yani kiliseyi, kilise okullarını, kilise
vakıflarını bütün gücüyle destekliyordu! Neden? İşte Gambetta'nın cevabı:
- Bizim anti - klerikalizmimiz ihraç edilmek için değildir! (Bkz.
Robert Gildea, France 1870-1914, sf. 49)
ÜNLÜ 'revizyonist' tarihçi Gildea'nın belirttiği gibi, laikçi Fransa,
dünyada nüfuzunu genişletmek için kolonyalizm siyaseti gütmüş ve kilisenin
misyonerlik örgütlerini desteklemiştir.
"Laik cumhuriyetin kolonyal yayılmasının en önemli simalarından biri
Cezayir Başkardinali Lavigerie idi. Papa tarafından 'Kartaca ve Tunus
Papalık Yönetici'si olarak Cezayir'e atanmıştı..."
Yani bizim Diyanet görevlileri gibi memur değil... Tamamen devlet
hiyerarşisi dışında, hatta Papa tarafından atanmış... Fakat Fransız olduğu
için, Kuzey Afrika'da İtalya'nın değil Fransa'nın nüfuzunun yerleşmesine
yardım ediyor. İngiltere de Protestan misyonerleri destekliyor. (Sf.
49-50)
Bugün Kuzey Afrika'da Fransızca ikinci resmi dildir!
Gildea'ya göre, o dönemin Fransasında laiklerin "Cumhuriyet tehlikede!"
endişesi gerçekçi değildi, "iktidar tekelini ellerinde tutmak için
kullandıkları bir retorikti." (Sf. 75)
Ama, 'iç düşman' ilan ettikleri "klerikalizm"den "milli hedefler" için
yararlanmayı bilecek kadar akıllıymışlar.
* * *
ECEVİT, bir entelektüel olarak daima bizim resmi ideolojinin toplumsal
dinamikler konusundaki dar kafalılığından yakınmış, halkla anlaşmaya önem
vermiş, bu arada "dine saygılı laiklik" kavramını geliştirmiştir. İşte bu
Ecevit 1970'lerde ve günümüzde solu birinci parti yapmıştır. Ecevit,
Fethullah Gülen olayına bakarken de özellikle yurt dışındaki okulların
Türk dilini, kültürünü ve Türkiye'nin nüfuzunu yaymak için son derece
yararlı olduğunu takdir etmektedir.
"Analitik düşünce" de, topyekün yargılar yerine böyle analizler yapmayı
gerektirir.
Din her toplumda "cemaat" (community) dayanışması olan yapılanmalarla
ve derin bir "hayır işleme" duygusuyla var olur. Bu sebeple her dinin
misyonerleri "memurlar"dan daha motivasyonlu olurlar. Mesut Yılmaz'ın bu
konuda "sosyolojik boyut"un önemini vurgulaması da son derece isabetlidir.
Her halde Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz okul kapatmak, hele de dışarda bu
okullardaki ay yıldızı indirmek için iktidara gelmediler! Denetim mi?
Elbette!
Uzanlar'ın tetikçi yüzü
Star TV ve sahibi Cem Uzan'ın, personelini tetikçi olarak kullandığının
belgesi ortaya çıktı. Gazeteci Tayfun Talipoğlu, 1997 yılında yazdığı ve
İmge yayınevi tarafından yayınlanan 'Benim Yolum' adlı kitabında Star TV
ve sahibi Cem Uzan'ın, personelini tetikçi olarak nasıl kullandığını tüm
detayları ile anlatıyor.
Gazeteci Tayfun Talipoğlu'nun kitabının 124-125 ve 126. sayfasında
anlattıkları olaylar Star'ın gerçek yüzünü gözler önüne seriyor.
Talipoğlu, bu sayfalarda futbol fedarasyonu, Beden Terbiyesi Genel Müdürü
İhsan Coşkun ve zamanın TBMM Başkan Vekili merhum Yılmaz Hocaoğlu hakkında
yazılan senaryoları ve kendisinin bu işi yaparken "Tetikçilik" psikolojisi
içinde olduğunu şiir diliyle şöyle anlatıyor:
Stajyer Tetikçiler Yetiştirilmekte...
Bir de İstanbulspor var başımızda.
Yenildimi kurumda herkes kaçacak
delik arar.
Hakemler "İltifatlardan" nasibini alır.
İşte yine o
günlerden birinde,
Bir emir geldi.
İstanbulspor'un kaderini
belirleyecek
Bir toplantı var fedarasyonda.
Bana verildi görev.
Zor buldum yerini.
Artık tanınıyoruz ya,
Kimse sormadı "Nereye
gidiyorsunuz?" diye.
İkinci kata çıktık alelacele
"İçerdeler" dedi
sekreter.
Başlamıştır diye toplantı, vurmadan kapıyı
Daldık içeri.
İçerde, yaş ortalaması altmışbeş,
Beş adamcağız,
"Eyvah,
Basıldık" tavrıyla,
Fırladılar ayağa.
"Ne oluyor?" dedi en
yaşlısı.
"Böyle içeri girilir mi?"
"Girilmez efendim. Girilmez de
biz,
Basın toplantısı var sandık."
Dediysem de
Saklayamadık
göz dağı için geldiğimizi.
Yinede başarılıydık bu "İlk" işimizde.
Beden Terbiyesi Genel Müdürü İhsan Coşkun'un köşeye sıkıştırılması
planı ve Talipoğlu'nun vicdan azabı:
Kısa süre sonra,
"Kelle
koparma" da
"İkinci" görev geldi.
Milli Maçı, Star
"Yayınlayacağını" söylemişti.
Aynı gün, TRT'de "Yayınlayacağını" ilan
etti.
Telefon emrinde, o zamanki adıyla Beden Terbiyesi
Genel
Müdürü İhsan Coşkun'a "Elimize verilen"
Sorular sorulacak,
"Bu
işten çıkar sağladığı"
Havası yaratılacaktı.
İçimden,
"Dilerim
Genel Müdür yerinde yoktur" diye
Dua ederek, bindim asansöre.
"Bana bu görev verildi.
Çok da sevimli değil.
Konuşacaksanız,
sorular bunlar,
Konuşmayacaksanız, siz Ankara dışındasınız.
Ne ben
sizi gördüm, ne siz beni..."
"Lüzum yok" dedi Genel Müdür İhsan
Coşkun.
"Konuşurum."
Kısaca dediği,
"Kim para verirse o
yayınlar.
Engel olamam kimseye..."
Özal döneminde Yılmaz
Hocaoğlu'nu bitirme operasyonu ve Uzan bu iş için Ankara'da:
Tutmuştu
beni yönetim
Koparılacak üçüncü kelle,
Meclis Başkan vekili Yılmaz
Hocaoğlu'nunkiydi
Cumhurbaşkanı Özal'ın yetkileri kısacak
By-Pass
yasası,
Özal yurt dışında olduğu için
Onun önündeydi.
İmzalaması gerekti.
Cem Uzan, sırf bunun için Ankara'ya gelmişti.
Görev bana verildi.
Konukları vardı yanında.
"Konuşmam!" dedi
Hocaoğlu.
"İyi edersiniz" dedim ve ekledim:
"Unutmayın: Ben, çok
ısrar ettim.
Ama siz 'Olmaz' dediniz."
Rahmetli anlamıştı durumu.
Sadece teşekkür etti.
Büroya döndüm.
Sevinçle "Konuşmuyor"
diyecektim ki
Orhan Uğuroğlu:
"Ben kendisi ile konuştum. Seni
bekliyor." komutu verdi.
"Ben sizi uyarmıştım!" diyerek başladım
röportaja
Hocaoğluyla.
Akşam yayında eminimki şoktaydı
Konuştuklarının bir bölümü "Alınınca"
Bambaşka bir anlam çıkmıştı.
Ertesi gün Meclisin koridorunda,
Gariptir ama
"Bana"
Sitem
etmişti...