Ali Bayramoğlu / 22.06.1999- Star
Fethullah Hoca meselesi
Fethullah Hoca kaseti gündeme düşen son bomba oldu. Her açıdan etkili bir bomba... Hem kasetin içeriği, hem Fethullah Hoca cemaatinin yeniden tartışmaya açılması; hem kasetin gündeme geliş biçimi ve zamanlaması açısından... Belirtmek gerekir ki, bu unsurların hiçbiri, diğerini açıklayan, diğerini doğrulayan özellikler taşımıyor. Gündeme geliş biçimi kasetin içindeki sivillik ve demokrasi adına kabul edilemez ve hiçbir meşruiyet içermeyen bir dizi unsuru ortadan kaldırmıyor. Buna karşılık kasette söylenenler kasetin zamanlamasının ardında yatan gerçekleri yok etmiyor. Daha da öte, Fethullah Hoca cemaatinin sosyolojik önemini sıfırlayarak onu Cemalettin Kaplan benzeri bir kalkışma hareketi haline çevirmeye yetmiyor.

Kasete yazının sonunda dönmek üzere, olup biteni tam anlamak için, bu cemaatin, bir kısmı kendi iç dinamiğinden kaynaklanan, bir kısmı ülkeye egemen siyasi kültürle ilişkisi olan, bir kısmı ise İslami hareketlerin özünden ileri gelen içe içe geçmiş çeşitli görünümleri ve yönlerini iyi kavramak gerekir. Kategorik parçalara ayırmakla çok kolay anlaşılmayacak bir yapı söz konusudur, çünkü.

Fethullah cemaati gibi nurcu kökenli cemaatlerin bu ülkede özel sosyolojik önemi vardır. Zira, toplumu hedef almaktan çok insanı hedef alır nurcu anlayış. Projesi 'iyi mümin' yetiştirme projesidir. Son yıllarda güç kazanmaya başlayan Siyasi İslam Hareketi'nin tersine ferdiyetçi bir İslami anlayıştır, bu.

İkinci özelliği ise; İslam'ı korumak, yaşatmak için kutsal kaynaklardan yola çıksa da, içine kapalı soyut bir model geliştirip, bu modelin dışında kalanlarla çatışmadan güç almak yerine, dışa açık, hatta bilim yoluyla dışarıdan beslenen, dünyevi bilgi üzerine kurulu bir mantığa sahip olmasıdır.

Gerek insan merkezli ferdiyetçi anlayış, gerekse bu mantık nurcuları ahlaka ve eğitime önem vermeye, yatırım yapmaya itmiştir. Eğitim, nurcu cemaatleri modern yöntemleri ve cihazları kullanmaya zorladığı oranda, yetiştirilen insan tipi muhafazakarlık adı altında olsa da modern dünyaya entegre bir tip olarak karşımıza çıkmaya başlamıştır. Yani cemaatin başlangıç amacı ne olursa olsun kullandığı araçlar, o amacı, hatta cemaatin kendisini şekillendirmiş, yönlendirmiş, hatta değiştirmiştir.

İşte bu çerçevede Fethullah Hoca cemaatinin iki ayrı işlevinden söz etmek mümkün. Bir; farklı kesimler arasında temas ve bir arada yaşama haline kapı açmak; aşırı dogmatik İslami anlayışa karşı ağırlık oluşturmak. İki; din-toplum ilişkisinin türlü çatışmalara yol açtığı günümüz koşullarında, hem dini hem kültürel geleneklerden gelen bir dünyevileşmeyi, yani tefsirden ve gelenekten gelen, ama dinin aşkın niteliğini muhfaza eden bir dünyevileşmeyi üretmeye başlamak.

Evet, bilmek gerekir ki, ortaya çıkan kaset, Fethullah Hoca cemaatinin taşıdığı bu özellikleri ve önemi hiçbir şekilde ortadan kaldırmaz.

Ancak yine belirttiğimiz gibi tersi de geçerlidir. Sosyolojik önem, kasette söylenenleri yok saymak için bir bahane olamaz .

Dini olduğunu, sivil olduğunu iddia eden bir cemaat, siyasi bir örgüt gibi, devlet alanında gizli kadrolaşmaya girişiyorsa, bu kadroları işgal edenleri, dini bir gruba mensup; ama mesleki faaliyetinde bağımsız Müslüman fert özelliği değil de, tersine cemaat bağlantısı tanımlıyorsa, yani dayanışma siyasileşiyorsa; bu demokrasi ve demokratik usüller açısından hiçbir şekilde kabul edilebilir bir durum değildir. Kovuşturmaya uğraması doğal ve kaçınılmazdır. Türkiye'de siyasetin ve siyasi parti faaliyetlerinin temelde insan unsuruna dayalı adımlara, kadrolaşma girişimlerine dayanıyor olması bile bu durumu mazur gösteremez. Ayrıca bu durumu hiçbir demokratın meşru görmesi, göstermesi de söz konusu olamaz.

Hemen şunu söyleyelim. Söz konusu kaset; bilenen, yazılan, görülen, eleştirilen bir dizi gerçeğin, yani madalyonun öbür yüzünün teyid edilmesinden başka bir şey değildir.

Nitekim, anlamaya çalıştığımız, hatta bilimsel bir araştırma yapmaya soyunduğumuz Fethullah Hoca cemaatiyle ilgili, bir dizi gözlem ve edinilmiş bilgiden hareketle 2 Kasım 1996'da şöyle yazmışız:

'Kendisini sadece dayanışma ögesiyle tanımlayan cemaat söyleminin oluşturucusu ve katalizörü devlet ve devletçilik geleneğidir. Zımni bir şekilde olsa da, tüm bir toplum ve millet adına devlet eliyle varlık, güç, etkinliği vaz'eden bu anlayış, bizzat uygulamalarda da göze çarpmaktadır: Bir yandan devleti koruma ve kollama, öte yandan önündeki suni ve ideolojik engelleri devlet içine sızarak, devlet içindeki etkinlikle ortadan kaldırma. Cemaat bu yolla varlığını iktidar kavgası içinde yer alarak idame ettirme yolunu seçmekte ve kaçınılmaz olarak devletçi zihniyetin üremesine katkıda bulunmaktadır...'

Peki bilenen ve Fethullah Hoca'nın ağzından teyit edilen bu durum, siyasi olarak ne ifade ediyor? İddia edildiği gibi örgütlü bir kalkışma hazırlığını mı?

Kanaatimiz bu yönde değil. Dün değildi, bugün de değil...

 

Ahmet Rıdvan / 22.06.1999- Yeni Şafak

Çağdaş ahilik

Fethullah Hoca operasyonunun insana hatırlattığı ilk şey, ciddi bir "imaj tahribi" ile karşı karşıya bulunduğumuz gerçeğidir. Artık yıllardan beri bembeyaz olduğunu bildiğimiz bir hareketin rengi, işte gözlerimizin önünde!.. Hala beyaz ama, bundan böyle toplum bu rengi alacalı-bulacalı bir renk karmaşası olarak hatırlayacak. İnsanların çoğu da ihtiyata çekilecek, tereddüt geçirecek. Kademe kademe bir sakınca psikolojisi yerleşecek belki ruhlara.

Çağdaş tecdid denemesi

Din hizmetini şifahi ve yazılı tebliğ niteliğiyle sınırlamayan, Türkiye Müslümanlığı adına yepyeni ve özgün bir deneme üreten bu ekolün ürettiği hasıla, hiç- bir zaman kaybolmayacak. Bunca yetişmiş kalifiye insan, hizmet üretme teknikleri, organizasyon tecrübesi ve uluslararası açılım denemeleri... Bunların hiç- birisi kaybolmayacak. Bu ülkenin ve toplumun kazanımları olarak hep kalacak, hep hayırla yadedilecek.

Din telakkisi ne olursa olsun; Fethullah Hoca hareketinin bize en anlamlı gelen tarafı, spekülatif tartışma dehlizleri arasında kendisini kaybetmeyerek, iş ve hizmet üreten insanı keşfetmesi olmuştur. Bu akım insanı, bireysel amelin daha ötesinde, ülke ve toplum adına üretilmesi gereken hizmetler noktasında adeta hummalı arayışlara sevketmiştir denilse yeridir.

Bu tarafıyla hareket, dini tebliği şifahi niteliğinin çok çok ötelerine taşımış, tebliği doğrudan insanlık için somut hizmet üretme kabiliyetine dönüştürmüştür denilse yeridir. Tebliği ve mesajı, hizmete yüklemek!.. Üretilmiş iyi hizmetle, onun üreticisi arasındaki bağıntıyı kurmak ve bu yoldan toplumda takdir duyguları üretmek!..

Bu açıdan düşünüldüğü takdirde, Fethullah Hoca denemesi hiç kuşkusuz bir tecdid hareketidir ve son yirmi yıl içerisinde de bunu açıkça kanıtlamıştır. Yurdun bütün bölgelerine yayılmış başarılı dersane ve okul hizmetleri; Orta Asya, Balkanlar, Uzak Doğu ve Afrika'ya uzanan çeşitli eğitim kurumları bu denemenin kanıtları değil midir?

Nitekim Türkiye bu ekolü, tefekkür veya siyasal akım olarak algılamadı hiçbir zaman. İnsanlara sorsanız, nedir bu hareketin manası ve mahiyeti? Alacağınız cevap; "Başarılı öğrenci yetiştiriyorlar. Okullarından mezun olanlar üniversiteyi rahat kazanıyor. Ya da ülkemizin yüzünü ağartan Bilim Olimpiyatları vs" değil midir? Yani toplum, kendine yönelik somut bir hizmet üretimi olarak algılıyor bu hareketi. Hiç kuşkusuz buradan doğan takdir duyguları, doğrudan cemaate ve dinin kendisine yöneliyordu.

Çağdaş ahiler

Böyle bir yöntem, belki 13 ve 14'üncü yüzyıl ahileri hariç, ülkemiz adına yepyeni bir deneme olmuştur. Alabildiğine de çağdaştır. Din tebliği namına, sözün çürüyüp değer kaybına uğradığı bir ortamda bunu farkedebilmek ve bir "tarz-ı nevin" icad edebilmek!.. Geleneksel yöntemlerin dışına taşabilmek!.. İşte "tecdid" dememiz buradan ileri geliyor.

İnsan yetiştirmek!.. Yetişmiş insanı ise, derhal aynı işte istihdam etmek!.. Bir yönüyle insan, yetiştiği işin ve hizmetin talebesi; bir mevsim sonra aynı iş ve hizmetin üreticisi. Sonra bu iş bir devri daime dönüştü ki, Türkiye'ye sığmaz hale geldi. İnsanlığa yönelmiş bu hizmet aşkı onları, dünyanın her bir tarafına savurdu durdu: Orta Asya, Afrika, Balkanlar, Uzak Doğu!.. Özal'la başlayan ihracatçı kuşaklar bir tarafa, Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk ve ciddi evrensel açılım denemesine şahit oluyorduk anlayacağınız.

İttihatçılar'ın bir başka yüzü Türkiye'nin bu tür kabiliyetleri, kim ne derse desin; İttihat Terakki'nin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun tasfiyesi ile adeta dumura uğramıştı. Büyük savaş içinde Osmanlı orduları, bilmem kaç cephede sıcak hatlarda çarpışırken; İttihat Terakki'nin üçüncü, dördüncü sınıftan hasbi kadroları, can havliyle dünyanın dört bucağına savrulmuşlardı: Kimi Hind'e, kimi Kuzey Afrika'ya, kimi Doğu Türkistan'a, Balkanlar'a, Orta Asya'ya ve Orta Doğu'ya!..

Ah, Osmanlı'nın o kayıp nesilleri!.. Şimdi nerdesiniz? Hiç birinizden bir iz ve işaret okunmuyor kitapların sayfalarında. Ne bir filminiz var, ne bir hikayeniz.

Bu kayıp nesiller, sömürgeci güçlere karşı insanlığı uyarmak yolunda, adeta kendilerini fani kılan kuşaklar olarak yer tutuyorlar hafızamızda.

İşte sizin de şahsınızda Türkiye, yepyeni bir denemeye girişmişti. Çok görülen budur. Ama üretilmiş bilgi ve tecrübe kaybolmaz ki!.. Kendine, akacak yeni kanallar arar ve bulur.

 

M. Ali Birand / Posta-22.06.1999

Fethullah Gülen...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, potansiyel bir tehlikeyi hissettiyse, bu şekilde hareket etmez. Basını kışkırtıp, yargısız idamı körüklemezdi. Devlet, bu potansiyeli izler, tehlike somutlaşır ve güncelleşirse, o zaman müdahale eder. Kaset dağıtmaz. Bundan dolayı, son gelişmenin perde arkasında hangi pazarlıkların yapıldığı, hangi iç çatışmaların yaşandığını bilemiyoruz. Gerçek yakında anlaşılır...

Olay yaratan son konuşmayı iki şekilde de yorumlayabilirsiniz. Her iki yorumun da doğru tarafları var.

1) Atv'de duyduklarımızı, çok kolaylıkla, Gülen'in devleti nasıl ele geçirmek istediği ve taraftarlarına nasıl taktik verdiği şeklinde algılayabilirsiniz. Zaten bu nedenle, çok kişinin kafası karıştı. Daha önceleri Gülen'i farklı görenlerin içine kuşku düştü. Genelde hoşgörülü, kendi gibi düşünmeyenleri dahi etrafına alan yaklaşımıyla tanınan Gülen'in takiye yapıp yapmadığı sorulmaya başlandı.

2) Uzun süredir Gülen'in faaliyetlerinden haberdar olanlar için, kasetteki sözler son derece normal. Dini lider olarak taraftarlarına amaca ulaşabilmek için nasıl hareket etmelerini anlatıyor. Teröre teşvik etmiyor, ayaklanmalarını istemiyor. Tam aksine, inandığı dünyayı kurana kadar nelere dikkat etmeleri gerektiğini söylüyor. Herhangi bir siyasi lider veya dernek başkanı gibi, yaklaşımlarını anlatıyor.

 

Nazlı Ilıcak / 22.06.1999- Yeni Şafak

Eski darbeciler iş başında

ATV'de Ali Kırca, peşin hükümlü konuklarıyla birlikte, Fethullah Gülen'i önce yargıladı, sonra mahkum etti. Aslında, seyircilerin gözünde kendini mahkum etti.

Oto galerisi soygunu, Sarp Kuray, İrfan Solmazer, 69 Deniz subayının bildirisi, 84 sanıklı dava, herkesin zihninde tazelendi.

İçinde Ali Kırca'nın da bulunduğu Deniz Harp Okulu talebelerinin "İkinci Kurtuluş Savaşı veriyoruz" gerekçesiyle, nasıl DEVLETİ ELE GEÇİRME HESAPLARI YAPTIĞINI hepimiz bu vesileyle bir kere daha hatırladık.

Sol bir askeri darbeyi gerçekleştirerek, iktidara gelmek isteyenler, bu amaca varmak için bombalı eylemlere, hırsızlıklara karışanlar, şimdi başkalarını suçlayan hakim(!) konumuna geldiler. Şu işe bak!

Ama bizim hafızamız nisyan ile malul değil.

Kısaca 69 subay bildirisinden söz edelim.

Hasan Cemal'in kitabından

Hasan Cemal'in "Kimse kızmasın, kendimi yazdım" kitabından:

"Devrim dergisi, 'tek parti' rejiminin peşinde, düşlerimizi kovalayan bizler için büyük silahtı. Her haberimiz, her yorumumuz, askeri darbeyi hızlandırmaya dönüktü. 23 Aralık 1969'da çıkan birinci sayfaya bakalım: '69 Deniz Subayı bildirisinin' tam metni: 'Devrimci ölür, Devrim yürür' başlığı ile vermişiz. Sarp Kurayların bildirisi. Ali Kırca da vardı içlerinde; genç bir Deniz Harp Okulu öğrencisi olarak Bildiriyi kaleme alan o. Ali Kırca, 12 Mart sonrası hapse atılır, 83'ler davasında sanık olarak Askeri Mahkeme'de yargılanır. Ali'nin kaleme aldığı, 69 Deniz Subayı bildirisinden iki cümle: 'Mustafa Kemal devri bitmiştir. Ama devrimler bitmemiştir. Korksun emperyalistler, korksun işbirlikçiler, korksun onların zavallı uşakları.'

Mermilerdeki barut

Hasal Cemal'in sözünü ettiği ve Ali Kırca tarafından kaleme alınan bildiride, halka şöyle sesleniliyordu: "Meydan boş değildir. Tüfeklerimizdeki mermi, mermilerimizdeki barut, yüreklerimizdeki ateş, yeter sizlere"

69 subay, devrimci gençlikle elele olduklarını, Mustafa Kemal'in devrimini devam ettirdiklerini özetle şu şekilde açıklıyordu:

"Halkımıza bildiririz! Senden yana olanları bir bir vurmaya başladılar. Önce Vedat'ı öldürdüler. Alacakaranlıkta 'Bağımsız Türkiye' demişti Vedat. Sonra Mehmet'i vurdular. Sonra Taylan'ı. 'Türk halkı ezilmekten kurtulsun' demişti Taylanla Mehmet. Sandılar ki durdururuz ihanet barikatlarıyla bu coşkun seli. Sandılar ki, söndürebilirler salyalarıyla yanan ateşi. Oysa söner miydi bu kızgın ateş? Durur muydu Milli Kurtuluş savaşımız? Bu savaş Mustafa Kemal'in savaşı... Milli Kurtuluş Savaşımızın en büyük dayanağı yiğit halkımızsa onun yumruğu devrimci gençliktir. Onun yumruğu bizleriz... Yüce Türk halkı, senden yana olanları vuranlara, 'Artık yeter, dur' diyoruz ve devrimci şarkımızı bir kere daha birlikte söylüyoruz: 'Ne değişir, isterse kesilsin devrimcilerin başları birer birer. Oysa bir yasadır bu, mümkünü yok! Devrimciler ölür, devrimler sürer.' "

Oto galerisi soygunu 69 subay arasında en şöhretlisi şüphesiz Sarp Kuray'dı. Kuray ordudan atıldı. 14'lerden İrfan Solmazer ile ilişki halindeydi. İrfan Solmazer Sarp Kuray ve tabii Ali Kırca da, 16 Mart 1971'de gerçekleştirilen oto galerisi soygunu dolayısıyla yargılandılar.

İrfan Solmazer 27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlikçilerdendi. Sonradan Alpaslan Türkeş ile birlikte 14'lerden biri olarak, Milli Birlik Komitesi'nden tasfiye edildi. 14'lerden bir kısmı, bilahare, ordu içindeki bazı subaylarla ilişki kurdu. Onlara göre 27 Mayıs yarım kalmıştı. Gerçekleştirilecek çok sayıda devrim vardı. Sivil ve asker aydınlar elele vererek bu devrimi tamamlayacaklardı. Terör eylemlerine bulaşan Deniz Gezmiş ve arkadaşları, aslında ikinci kurtuluş savaşı veriyordu; Mustafa Kemal'in izinden gidiyorlardı!!!

Oto galerisi soygunu davası önce Türk Ceza Kanunu'nun 146'ncı maddesine göre, idam talebiyle açılmıştı. Daha sonra savcı sanıkların 178'inci maddeden dolayı, çete kurmak suçundan cezalandırılmalarını istedi. 178'inci madde sanıkları, Ecevit tarafından çıkarılan af kapsamına girdiği için, dava düştü.

İşte Ali Kırca'nın pek de parlak olmayan mazisi. Darbe teşebbüsü, hırsızlık, soygun, çetecilik. Mustafa Kemal özentisi. İkinci Kurtuluş Savaşı hayali!

68 kuşağı

68 Kuşağı solcuları, bu defa sokaklarda değil, köşe başlarını tuttukları gazete ve televizyonlarda, yeniden Mustafa Kemalciliğe, devrimciliğe, özendiler; bu sefer de, ülkeyi "irticadan" kurtaracak bir Kurtuluş Savaşı'na giriştiler!!! Gene, ordu içinden işbirlikçiler arayıp buluyorlar.

Kasetler çıkıyor birbiri ardından. Aydınlık Gazetesi "Poliste Fethullahçı örgütlenme" diyor, Batı Çalışma Grubu(?), Sivil Çalışma Grubu'na başvurarak meseleye el koymasını istiyor.

Sonra da raporlar, gazetelere intikal ettirilerek, çarşaf çarşaf, yargısız infaz yapılıyor.

İsmet Berkan 20 Haziran 1999 Radikal'da aynen şöyle yazıyor: "Biliyorsunuz o haber üstüne, Batı Çalışma Grubu Başbakanlık'taki 'Sivil Çalışma Grubu'na yazı yazdı, onlar İçişleri Bakanlığı'na ve onlar da nedense Ankara Emniyeti'ne."

Zaten Ankara Emniyeti'nin raporunun başlangıcında, Aydınlık'ta çıkan haberden ve Sivil Çalışma Grubu'nun talimatından söz ediliyor.

Fethullahçı polis

Ne demek Fethullahçı polis? Türk Ceza Kanunu'nun belirli bir maddesinde Fethullahçılık diye bir suç mu var?

Belli ki, Gülen'in o konuşmaları, "devrimci -Kemalist - darbeci" zihniyete karşı korunma içgüdüsünden kaynaklanıyor. İslamiyeti gönüllere yerleştirmek, sevdirmek, daha ahlaklı bir toplum için çalışmak suç mu?

Devleti ele geçireceklermiş! Devleti soyguncular, ahlaksızlar, hırsızlar ele geçireceğine, dindar insanlar "ele geçirsin" Hiç değilse, fakir fukaranın rızkı, köşe başlarını tutan bir avuç açgözlüye gitmez. Hiç değilse, ülke de hakça düzen, adil bir yönetim sağlanır.

Atatürk yaşasaydı ve onun adına bu yapılanları görseydi, kahrolurdu.

Hüseyin Hatemi çok güzel söylemiş: Laiklik değil, Atatürkçülük elden gidiyor!!!

 

Kemal Balcı / Turkish Daily News-22.06.1999

Gülen'le temas (birliktelik?) siyasiler için tehlikeli ?

Takipçilerine devlet sistemi içine sızmaları ve güçlenmeleri yönünde tavsiyelerde bulunduğunun ortaya çıkmasının ardından, ılımlı din adamı Fetullah Gülen ile yakın ilişki içinde bulunan siyasileri zor günler bekliyor.

Siyasi gözlemcilere göre Gülen'e karşı aniden başlatılan kampanya gelecek mayısta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine önemli etkilerde bulunabilir. Gerçek şu ki, önde gelen bazı siyasilerle birlikteliğini yansıtan kasetleri tekrar tekrar yayınlamak suretiyle yürütülen kampanyanın gerçek hedefinin Gülen değil, cumhurbaşkanlığı konusunda istekli görünen siyasiler olduğu yönündeki spekülasyonları güçlendiriyor. Kasetlerde, Gülen'in politikacılarla el sıkışması, onlarla birlikte oturması veya onlara ödül vermesi yer alıyor... Televizyon kanalları ve gazeteler kayıtları, Gülen ve taraftarlarına ve Gülen ile ilişki içine giren herkesin imajını yıkmaya yönelik büyük bir saldırı başlatmak için kullandı....

Ne zaman ki Gülen'e karşı büyük bir medya kampanyası başladı, televizyon kanalları Gülen'i aralarında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de yer aldığı çeşitli üst düzey siyasi simalarla birlikteliğini yansıtan görüntüleri yayınlamaya başladılar. Bu iş, söz konusu kampanyanın önümüzdeki mayısta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayı düşünen kişileri de hedef aldığı yönünde spekülasyonları ortaya çıkardı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e bir dönem daha cumhurbaşkanlığı yapma kapısını açacak olan bir anayasa değişikliği yapılması yönünde tartışmalar var. Türkiye'de daha önce de Demirel'e yeniden seçilme şansı tanıyacak olan bir anayasa değişikliği gündemde idi. Başbakan Bülent Ecevit bu önerinin önde gelen destekçilerinden birisi.

Gülen'e kaşı suçlamaların yer aldığı televizyon kanalları ve gazeteler, yetkililerin Gülen ve taraftarlarına karşı soruşturma başlattığı haberlerini Gülen'in Demirel'e 'hoşgörü örtülü' verişi veya daha önceki görüşmelerindeki el sıkışma sahneleri ile yansıtıyor. Böylece Gülen'in imajını yıkmaya yönelik çabalar Demirel'i de hedef almış oluyor....

Bazı söylentilere göre şu an Meclis Başkanlığı görevini yürüten Yıldırım Akbulut da cumhurbaşkanlığını hedefleyenler arasında. Üstelik Akbulut'un Gülen ile olan resim ve filmleri de bugünlerde medyada yer alıyor. Eğer söz konusu anayasa değişikliği yapılmaz ise Akbulut cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önemli bir rakip olarak ortaya çıkabilir.

Bu arada, siyasiler Gülen ile ilişkileri yüzünden dolaylı olarak eleştirilirken, övgüleri alan kişi ise Genelkurmay eski başkanı İsmail Hakkı Karadayı. Gülen'e yönelik suçlama ve haberlerde, Gülen'in geçmişte Karadayı ile görüşmek istediği fakat Karadayı'nın bunu reddettiği hatırlatmaları yer alıyor. Karadayı, Gülen'in kendisine vermek istediği 'Hoşgörü Ödülü'nü de reddetmişti ve bu medyada sürekli olarak tekrar ediliyor.

Bu arada, Karadayı'nın ismi de muhtemel cumhurbaşkanlığı adayları arasında sıkça zikrediliyor. Cumhurbaşkanları genellikle Meclis içinden seçiliyor. Ancak, en az 90 milletvekilinin desteklemesi durumunda dışarıdan birisi de aday olabiliyor.

Gözlemciler, çoğu politikacının Gülen'e karşı girişilen kampanyadan zarar gördüğünü, halihazırdaki medya saldırılarından sadece Karadayı'nın faydalandığını söylüyorlar.

Gözlemciler ayrıca cumhurbaşkanlığını düşünen siyasilerin imajlarını bozucu bu kampanyaların 2000 baharında yapılacak seçim yaklaştıkça daha da yoğunlaşabileceğini belirtiyorlar.