Taha Akyol / 21.06.1999- Milliyet
Din ve laiklik
Liberalizm'in temel değerlerinden ikisi: Siyasette "hoşgörü", hukukta "tarafsızlık".

Farklılıklara hoşgörümüz yoksa soruna biz de 'farklı' açıdan bakamayız, tek gözlü kalırız. "Hukuki tarafsızlık" ise, zihnimizi önyargılarla değil, çok yönlü araştırmalarla bir kanaate varmaya alıştırır.

Liberal Düşünce Topluluğu'nun çıkardığı "Liberal Düşünce" dergisinin son sayısında Peter L. Berger'in "Sekülerizmin Gerilemesi" adlı makalesi, bu geniş ufuklu ve analitik bakışın adeta bir modeli. (Dergi adresi: G.M.K. Bulvarı 108 / 17)

Berger çağımızdaki din - sekülerizm (laiklik) konusunun eskisinden çok daha karmaşık olduğunu, bu sorunu araştırmak için MacArthur Vakfı'nın birkaç milyon dolar ayırdığını belirtiyor.

Tabii, etnik Şeyh Sait ve hele de heterodoks Babai ve panteist Şeyh Bedreddin isyanlarını irtica zanneden cahillere hafiye raporları hazırlattırmak için değil, bilimsel araştırma yapmak için!

* * *

Berger, diyor ki:

"Çağdaş din sosyolojisinin en önemli konularından birisi, artık sekülerleştiren ve onun karşısında yer alan (sosyolojik) güçler arasındaki karşılıklı etkileşimin incelenmesidir..."

Modernizmin hangi yönleri sekülerliği, hangi yönleri dini güçlendiriyor?

Berger, dinin söneceğini söyleyen eski Aydınlanmacı kehanetin yanlış çıktığını yazıyor. Peki, teokrasiye mi dönülüyor. Hayır, o kadar basit değil:

"Din ile modernite arasındaki ilişki karmaşık bir mahiyet arzeder."

Modernite, dine ve geleneksele karşı şüpheciliği güçlendirerek laikliği geliştiriyor ama:

"Şüphecilik insanların çoğunun taşıyamayacağı bir yüktür. Onun için, yalnızca dini bir hareket değil, kesin bilgi vaat eden herhangi bir hareket bu yüke tepki olarak 'piyasada' kendisine yer bulmaktadır."

İşte, bizde resmi ideoloji de siyasi bir itikattır; "devlet" insanlardan "kalp ile tasdik, dil ile ikrar" istiyor!

* * *

DİN çağımızda güçleniyor fakat:

"Dünyanın birçok yerinde dinsel fetih olarak alandırılabilecek denemelerin başarılı olma ihtimali yoktur...

Ama modernleşmenin sekülerleşme karşıtı bir hareketi doğurduğu da ortadadır..."

Bu durumda Berger yeni tür bir "çoğulculuğu yeğleyen modernleşme"den bahsediyor: Din de laiklik de "çoğulcu" bir toplumda yeni işlevler yükleniyorlar.

Modernleşme - din ilişkilerindeki bu yeni çoğulculuk hem eski tip dinsel, hem eski tip laik mutlakiyetçilik tarafından henüz algılanamıyor.

Berger, büyük sosyolog Weber'i anarak, tarikatların ticaret ve eğitim yoluyla modernleşmeye katkıda bulunabileceğini anlatıyor. Katolik İspanya'da "ekonomik meselelerle dini konuları birleştiren Opus Dei"yi örnek veriyor.

Latin Amerika'da 'fundamentalist' Evanjelik cemaatlerinin eğitime ve ticarete girerek "bilmeyerek de olsa demokrasinin ve sosyal değişimin okulları olma görevini icra ettiğini" anlatıyor! Niyet başka, sosyolojik süreç başka!

Endonezya'daki İslami "Nahdat'ül Ulema" hareketinin demokrasi ve çoğulculuk yanlısı olduğunu belirten Berger, "her zerresine gelenek işlemiş olan İslam'ın çoğulculuk, demokrasi ve pazar ekonomisi gibi kurumlarla uzlaşmaya varması"nın modernleşme açısından büyük önemini vurguluyor.

Biz ne yapıyoruz?

Din - modernleşme - sekülerlik ilişkilerindeki çağdaş çoğulculuğun tezahürü olan Fethullah Gülen hareketini, sosyolojik işlevini düşünmeden, hafiye mantığıyla mahkum ediyoruz. Bu, dinden geçtik, çağdaşlaşma ufkumuzun darlığını gösterir.

 

Engin Ardıç / 21.06.199-Star

Kaht-ı rical

Kenan Paşa, 'Şu anda Demirel'den başka yok, bence ikinci defa seçilmeli.' demiş, geçenlerde...

Konu bu. Fetullah Hoca değil.

Hoca'nın taraftarlarından yüzlerce mektup ('e' ya da 'klasik') yağdı, 'Niçin ağzını açıp iki laf etmiyorsun' diye soruyorlar. Etmiyorum, çünkü anlamı yok. Ne basın hareket eder benim naçiz lafımla, ne Genelkurmay. 'Derin devlet' çoktan karar verdi, defterler dürülecek, ortalıkta ne Fethullah Hoca kalacak, ne Necmettin Hoca, ne öc alan Abdullah Hoca(!)... Ben ne laf edeceğim, Nazlı Hatun etsin!

Bizim felsefe hocası da Bergson'dan ya da Schopenhauer'den söz ederdi ama oturup ağlamazdı... Hayatımda hiçbir ilkokul mezunu imamın peşine takılmak gereğini duymadım. Şimdi, şarabı, viskiyi ve zamparalığı hiç ihmal etmeden hocanın 'kontenjanından' adaylık koymaya kalkıp da maskara olanlar iki laf etsinler, ille edilmesi gerekiyorsa...

Bırakın hacıyı hocayı. Demirel on dört yıl cumhurbaşkanlığı yapacak mı? Konu bu şimdi.

'Basit bir anayasa değişikliği' canım, kimse bu makama iki kez üst üste seçilemez ilkesini değiştiriverirsin, olur biter.

Türkiye öyle bir duvara geldi dayandı, öyle pis ve hassas dengeler üzerinde duruyor ki, cumhurbaşkanı adayı çıkarılamıyor!

Eskiden kolaydı, partiler kendi aralarında bir süre itişirler, sağcılar Menderes'in eski yakınlarını, solcu olduklarını ileri sürenler İsmet Paşacı ve arteriosklerozlu bir bürokrat önerirler, neticede emekli bir general ya da amiral bulunur, adamcağız neye uğradığını anlamadan ve de oraya çıktığına en başta kendisi de şaşarak köşkün yolunu tutardı.

Kimi zaman da ihtilal yapan ya da 'terfii gelen' cumhurbaşkanı olurdu tabii.

Cumhurbaşkanı adayı makul bir sürede çıkarılamazsa, haydi bir ihtilal daha, ki, aday kendiliğinden belirsin!

İhtilali yarım yamalak, cumhurbaşkanı olabilmek için yeterince sert ve kesin yapmayanların siviller tarafından kazıklandıklarına da tanık olduk, çok geçmeden yüreklerine indi, erken öldüler.

Turgut Özal her şeyi değiştirdi. Bu arada dünya da değişti. Artık öyle eskisi gibi 'aleni' ihtilal yapılamıyor, bu işin daha ince kuralları var. Artık öyle pat diye 'otomatik' de çıkılamıyor köşke...

Dengeler öyle bir kilitlenmiş ki, sağdan ortak aday çıkamıyor, sol zaten namevcut!

Mesut Bey mi? I-ıh. Bülent Bey mi? Tahsili yeterli değil!

Tansu Hanım, 'out of question'... Şeriatçılar zaten 'mevzu harici'...

Devlet Bey? Daha çok yeni...

Şişi de kebabı da yakmamanın tek çıkar yolu, 'Demirel'in görev süresini uzatmak.'

Yedi yetmez, on dört yıl yapsın... Hatta, nasıl olsa 2007'de de bu memlekette bir halt değişecek gibi görünmediğine göre, Allah ömür verirse yirmi bir yıl yapsın, 2014'e kadar.

Bu arada belki biz terk-i dünya eyleriz, siz Demirel'in görev süresini hatta 2021'e kadar da uzatırsınız gene... Ne olacak canım, basit bir anayasa değişikliği...

Bir 'başkanlık sistemi' diyecek oldu, konuşturmadınız! Sakın reform falan düşünmeyiniz, böyle böyle vaziyeti idare ediniz.

IMF para vermediği zaman olağanüstü yetki alır, benzini, buzdolabını, rakıyı 'lüks' sayıp yüzde 400 vergiyi geçirirsiniz, yuvarlanır gideriz hep birlikte...

Zavallı Apo'nun zavallı adamları, zavallı Necmettin'in zavallı taraftarları, zavallı Fetullah'ın zavallı müritleri, hangi ülkede yaşadıklarının farkına varamamışlar, nasıl bir tufaya geldiklerini anlayamamışlar!

Ben biliyorum. Onun için de, politikayı bıraktım, tangoya sardım. Hiç olmazsa tango yapanı asmıyorlar!

 

Ahmet Taşgetiren 21.06.1999-Yeni Şafak

Fırtınanın ahlak kalitesi

Fethullah Hoca'nın son marifeti" olarak Afganistan'da açtığı "Afgan-Türk Koleji"ni gösteriyor Milliyet gazetesi... Gazeteye göre bu hareket Fethullah Hoca'nın Taliban yönetimi ile işbirliği anlamına geliyor...

Taliban imajı... ve yanında Fethullah Hoca...

Tam biçilecek bir görüntü...

Müthiş bir asparagas...

Bunu, başında Umur Talu ve Yalçın Doğan gibi iki kıdemli ve meslek saygınlığına özen gösterdiği varsayılan gazetecinin yönetimindeki gazete yapıyorsa, varın siz şu anda medyada koparılan fırtınanın ahlak kalitesini hesap edin...

Manşetin alt başlıklarında, "Taliban'la yapılan işbirliği" sonucu, buradaki okullara Fıkıh, Tefsir, Hadis, Kur'an gibi "şeriat" dersleri konulduğu kaydediliyor.

Güler misiniz, ağlar mısınız?

Tefsir, Fıkıh, Hadis ve Kur'an öğretimi ile Taliban yönetimini bütünleştiren bir mantık dokusu ile karşı karşıyasınız...

O zaman, Türkiye Cumhuriyeti de resmi okullarında, (İmam Hatip ve İlahiyat Fakültelerinde) bu dersleri okutuyor... Ne diyeceksiniz? Yoksa Türkiye Cumhuriyeti olarak yarı yarıya Taliban yönetimine mi benzemekteyiz?

Türkiye'nin bütün camilerinde Kur'an okunur. Hadisler anlatılır... Her evde Kur'an vardır, duvarda asılı veya konsol üzerinde...

İnsanlar camiye gider Türkiye'de... En azından bayram namazı kılmak için giderler... Demek bunların her birinde potansiyel bir "Taliban ruhu" mevcut...

Süleyman Demirel 1980'li yıllarda, "Türkiye başlangıçta laik bir devlet olarak kurulmamıştı. Bir İslam Cumhuriyeti olarak kurulmuştu" derken, sakın Taliban ruhunun damarlarımızda dolaştığını ima ediyor olmasın...

Müslüman bir ülkede Kur'an, Hadis, Tefsir ve Fıkıh okunmasından daha tabii ne olabilir ki... Bunlar temel İslami ilimler... Demek ki, cehaletle kötü niyet birleşince, makuliyet ortadan kalkıyor ve ortaya traji-komik sahneler çıkıyor...

Fethullah Hoca, Saint Petersbourg'da da okul açılmasına vesile olmuş, Moskova'da da... Acaba oralara da şeriat getirmeyi mi amaçlıyor? Saint Petersbourg'daki okulu ziyaret etmiştim, orada Rus çocukları Türk İstiklal Marşını okuyorlardı... Hocaefendi oraya Türkiye'yi taşımıştı, ama şimdi böylesine bir evrensel "Türkiye misyonerliği" bile cehaletin kara duvarına çarpıyor... Çarpıyor ve Türkiye'yi vuruyor. İşte Özbekistan Devlet Başkanı, oradaki Türk okullarını kapatma kararı aldı. Gerekçesi, bizim cinnet nöbetinde ortaya döktüğümüz çılgın dosyalar... Fethullah Hoca'nın özendirdiği okulları kapatmak için, Türk medyasına yansıyan çılgın dosyalara bakmak yeter de artar bile...

Bu linç girişimlerine alıştık artık...

Benim hayret ettiğim konu, Türkiye medyasının nasıl böyle birdenbire kollektif bir çılgınlaşmanın içine girebildiği... Hani birkaç isimden bekliyorsunuz, çünkü onlar hep olağanüstü şartlarda yaşıyorlar. Onlara düşman lazım, düşman olmayınca huzursuz oluyorlar. Ama ya bu kolektif cinnet! Radikal'den İsmet Berkan "Düğmeye basıldı" diye başlık atmış yazısına... Türkiye medyası, bir yerlerden düğmeye basılınca böylesine tek biçimli hale gelebilecek bir özgürlük (!) standardına mı sahip Allah aşkına? Hiçbir şeyi sorgulamaz mı bu medya?

Yakında bir Süleyman Demirel kaseti veya dosyası ortaya konursa şaşırmamak lazım.

Demirel'in 1980'lerde, sistem eleştirisi üzerine söylediği sözleri, ne Erbakan söyledi bugüne kadar, ne Fethullah Hoca ne de herhangi bir "İslamcı yazar." Demek her şey "düğmeye basmak" için sırasını bekliyor...

Menderes asıldı.

Necip Fazıl Kısakürek vefat ettiğinde, hakkında, bir yazısı sebebiyle kesinleşmiş bir hüküm vardı. Yaşı ilerlemişti. Şekeri vardı ve gözleri bu yüzden görmez olmuştu. O haliyle ceza evine girecekti. Yanlış bilmiyorsam merhum Ayhan Songar'ın delaletiyle bir rapor alındı ve hapiste ölmekten kurtuldu. Ahiret perspektifinden bakıldığında ona "kurtuldu" mu demek lazım, ayrı bir mesele...

İskilipli Atıf Efendi, yazdığı bir kitap sebebiyle idam edildi.

Bediüzzaman Said Nursi sürgünlerde, hapislerde yaşadı ve öldükten sonra da kabri kaybedildi.

Esad Erbili'nin askerler arasında cezaevine götürülürken unutulmaz bir fotoğrafı var, adeta sürüklenerek götürülüyor. Çünkü yaşı doksanlarda...

Erbakan sürgünler yaşadı, siyasi yasaklar yaşıyor.

Tayyip Erdoğan cezaevinde.

Nureddin Şirin cezaevinde...

Daha yüzlerce insan "İslam'la bir biçimde ilişkileri" sebebiyle cezaevinde...

Binlerce öğrenci başörtüsü sebebiyle okullarından atıldı.

Binlerce kamu görevlisinin işine son verildi.

Öcalan için "idamsız" bir çözüm ararken, medyamız, Erbakan için, Fethullah Hoca için "idam talepleri"ni pabuç gibi ürkütücü başlıklarla veriyor.

Yani yaralar hiç mi hiç kapanmıyor.

312'inci maddeye bakıyorum: "Halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek"ten söz ediliyor...

Halk kim? Düşmanlığa tahrik nasıl olur?

Fethullah Hoca'yı sevenler halk değil mi? Erbakan'ı sevenler halk değil mi? En samimi inançları "irtica" söylemi ile itham edilen insanlar halk değil mi? Menderes, Bediüzzaman ve diğer simalar... Bu insanlara karşı girişilen operasyonlar, halkı tahrik etmiyor mu?

Hürriyet gazetesi "Topyekün Savaş" başlığını atmıştı bir ara irtica ile mücadele için... Birileri savaşı çok seviyor ve memlekete savaşsız gün geçirmiyor. Oysa barış alanlarını çoğaltmak lazım bu ülkede... Savaştan çok çektik. Her ölüm, millet hafızasında derin izler bırakıyor. Her yaranın kapanması yıllar alıyor. Şayet kapanırsa...

Fethullah Hoca'yı mahkeme huzuruna çıkarsak, yargılasak ve o çok katı cezalarımızdan biri ile cezalandırsak Türkiye'ye iyilik mi yapmış oluruz? Yoksa, onulmaz bir yara daha mı açmış oluruz?

Kim yapar bu acıların muhasebesini bu memlekette? Menderes'le açılan yaranın muhasebesini kim yapar? Tayyip Erdoğan'la yıkılan gönüllerin Türkiye'ye neler kaybettirdiğini kim değerlendirir?

Türkiye'nin yarınlarını gömmekten vazgeçsek artık.