Fikret Bila / 25.06.1999-Milliyet
Bu havanın oluşmasındaki en önemli etken de Fethullah Gülen olayıydı. MGK'nın asker üyelerinin "irtica ile mücadele" konusunda "memnuniyetsizlik" ifade edecekleri beklentisi yaygındı. Peki, MGK toplantısında böyle bir hava oluştu mu? Askerler, hükümeti beklendiği gibi eleştirdiler mi? Dün görüştüğümüz Başbakan Bülent Ecevit, bu sorularımıza kesin bir dille "hayır" yanıtını verdikten sonra şöyle diyor? - Aksine. Hiçbir gerginlik olmadığı gibi Başbakanlık Takip Kurulu'nun çalışmaları büyük memnuniyet yarattı. Başbakan Ecevit, MGK toplantılarıyla ilgili konuşmanın doğru olmadığını sık sık vurguluyor. "Bu nedenle" diyor, "kamuoyuna yansıyan haberlerin çoğu gerçeği yansıtmıyor." MGK toplantısıyla ilgili olarak ancak şu kadarını ifade edebiliyor: - Başbakanlık Uygulama Takip Kurulu'nun irticai faaliyetlere dönük çalışmalarında çok etkili önlemler aldığı saptandı. Yine MGK'nın 56. hükümet döneminde kamu personeliyle ilgili olarak aldığı kararlar için "memnuniyet" ifade ettiğini öğreniyoruz. Örneğin, memur alımının hükümet dışında tek sınavla yapılacak olması, bu uygulamanın KİT'lere eleman alımına yaygınlaştırılması, memurların terfileriyle ilgili genelgelerin MGK beklentilerini karşıladığı anlaşılıyor. * * * PEKİ irtica ile mücadelede "yeni strateji" saptanması söz konusu mu? Yine anlıyoruz ki, MGK toplantısında böyle bir konu gündeme gelmemiş. 28 Şubat'ta çizilen stratejide bir değişiklik yok. MGK'nın beklentisi, 28 Şubat'ta alınan kararlar uyarınca Meclis'e sevk edilen yasaların çıkarılması. Bu beklenti, MGK'nın hükümet kanadının da paylaştığı ve "öncelikli konular" arasına aldığı bir durum. Hükümetin MGK zemininde de öncelikli konular olarak zikrettiği yasalar şunlar: * İtirafçılarla ilgili yeni düzenleme (örgütlü suçlar) * İçişleri memurlarının irtica, bölücü ve yıkıcı suçlara iştiraklerinin saptanmasında meslekten men edilmelerine ilişkin düzenleme * Devlet memuriyetinden çıkarılanların (özellikle TSK'dan ihraç edilenlerin) başka kurumlarda (belediyelerde) istihdam edilmesini önlemeye dönük düzenleme * Vakıfların kuruluş ve denetiminde istihbarat raporlarının istenmesine ilişkin düzenleme * Devrim yasalarına muhalefet suçuna verilecek cezaların artırılmasına ilişkin düzenleme. * * * BAŞBAKAN'la sohbetimizde Fethullah Gülen konusunu da açıyoruz. MGK toplantısında "oy kaygısıyla hareket etmem" dediğine ilişkin haberleri anımsattığımızda Ecevit şöyle diyor: MGK'daki konuşmalarımla ilgili haberleri nereden çıkarıyorlar, anlamıyorum. MGK'da yaptığım konuşma anlamında söylemiyorum; ama ben bu yaklaşımımı her zaman söylerim. İrtica ile mücadele konusunda, laiklik konusunda benim uzun siyasi yaşamımdaki tutumum, tavrım bellidir. Oy kaygısıyla hareket etmediğim de bellidir. Güneydoğu'yla ilgili olarak da tavrım böyle olmuştur. Oy kaygısıyla yaklaşmadığım bilinir. Ecevit, dünkü görüşmemizi "MGK'da hiçbir olumsuz hava esmediğini" vurgulayarak noktalıyor.
Taha Akyol / 25.06.1999- Milliyet
İrtica
20 yıl önce Türkiye'de "türban sorunu" da yoktu, "İrticai sermaye"
de... Fethullah Gülen bir cami vaizi idi. İslamcı MSP yüzde 8 - 10'luk bir
partiydi.
Hatırlayınız, ninelerimizin, analarımızın, teyzelerimizin başörtüsü hiç
sorun değildi. Ama bugünkü türbanlı kızlar militan, bakın direniyorlar...
İrticacılar eskiden kazma dişli, şalvarlı, takkeli, çember sakallı ve
kara çarşaflı cahillerdi. Ünlü bir yazarın deyimiyle "faso fiso
vatandaşlar"dı. Şimdi üniversite bitirmişler, bilgisayar kullanıyorlar;
daha tehlikeliler... Her yere sızdılar işte! İş hayatında, bürokraside,
üniversitede bile irtica var!
Menderes'le Demirel "laiklikten ödün verdi". Sonra Amerikan
emperyalizminin "ılımlı İslam" stratejisine uygun olarak 12 Eylül ve hele
de Turgut Özal irticayı destekledi.
Arkasında böyle hükümetler ve ABD olmasaydı 20 yılda irtica bugünkü
korkunç gücüne ulaşabilir miydi?
* * *
20 yılda Türkiye köylü toplumundan kentsel ağırlıklı bir topluma
dönüştü, "kadın" da değişti.
20 yıl öncesinin Anadolu kadınını Ecevit'ten dinleyelim:
"Türkiye'nin birçok kasabasında hatta kentinde, kadınların yemek
yiyebilecekleri bir lokanta yoktur... Kadınların çarşıya bile çıkmaktan
kaçındıkları yerler henüz çoktur Türkiye'de..." (Atatürk ve Devrimcilik,
sf. 80)
Bu kadınların kızları 20 yılda kentleştiler, sokağa çıktılar,
okudular... Bazıları başını açarak, bazıları anasının köylü tipi baş
örtüsü yerine 'kentli' türbanı takarak...
20 yıl önce Türkiye'de üniversiteli öğrenci sayısı 168 bindi, bugün 1
milyon 300 bin!
Anadolu çocukları kendi değerlerini koruyarak, bırakarak, değiştirerek,
yenileyerek kentlere getirdiler, üniversitelere, kurumlara, iş hayatına
getirdiler.
Öyle eski köylü tipinde değil... Kente gelerek KOBİ'ler kurdular. Hem
Sünni cemaatler oluştu hem Alevi cemevleri... Vakıflarıyla, yurtlarıyla,
MÜSİAD ve CUMSİAD gibi işadamı dernekleriyle, okumuş aydınlarıyla,
yayınlarıyla...
* * *
Yukarıdaki ilk paragraf polisiye ve komplocu bakışı yansıtır... İkinci
bakış açısı sosyolojiktir...
Temel soru şudur: Yaşanan toplumsal süreçler din, cemaat ve etnisite
hareketlerini "sistem"den ve moderniteden koparmaya mı, yoksa entegre
olmaya ve dünyevileşmeye (sekülerleşme) mi götürüyor?!
İşte McCarthy'ci korkularla dolu "istihbarat raporlarında" bulunmayan
sosyal bilimsel boyut budur!
Etnik Şeyh Sait, heterodoks Babai ve panteist Şeyh Bedreddin
isyanlarını "irticai ayaklanma" zanneden, Kuran'a "Arap hikayeleri" diyen
cahil ve darkafalı yaklaşımlarla din - laiklik ilişkilerinin sosyolojik
boyutu hakkında aklı başında değerlendirmeler yapılamaz.
Fethullah Gülen hangi bağlamda ne demiş olursa olsun, "cemaat"in
değişimi ne yöndedir? Onların düzenlediği "Abant Toplantısı" İslam
tarihinde siyasi laikliği İslam itikadı açısından onaylayan ilk bilimsel
toplantı değil miydi?
Suç şüphesini savcı araştırsın; ama bu McCarthy'ci paranoya neden?
"Hayatta en hakiki mürşit ilim" değilmiş gibi, modernleşme sürecinde
dinin alacağı şekilleri sosyolojik açıdan araştırmadığımız içindir ki,
Cumhuriyet'in en büyük başarısı olan toplumsal modernleşmeye gözlerimizi
kapatıyor ve evhama boğuluyoruz.
|