Hayrettin Karaman 27.6.1999-Yeni Şafak

Devleti ele geçirmek
Son hafta içinde yeni bir suç icat edildi, adı "devleti ele geçirme teşebbüsü". Belli bir inancın, ahlakın ve dünya görüşünün mensubu olan bir şahıs veya grup, farklı olan şahıs ve grupların yaptığı, yapageldiği gibi devletin önemli yönetim kademelerinde ve daha başka kurumlarında "adamlarının" olmasını istiyor, bu maksatla adam yetiştirmeye gayret ederken yetişmiş adamları da destekliyor; birileri buna "devleti ele geçirme teşebbüsü" diyor, bu teşebbüs ağır bir suç sayılıyor, bazı önemli kişiler ile medyanın linç teşebbüsüne dayanak kılınıyor. Bunun suç ve kötü olan yanı neresidir? Seçilen ve atananların farklı inanç, ahlak ve dünya görüşüne mensup olmaları mı, "devleti ele geçirmede" kullandıkları yol ve yöntem mi, siyasi ve ekonomik iktidar pastasından pay talebi mi?..

Demokrasi ile yönetilen ülkelerde farklı sosyal ve kültürel gruplar hem devletin çeşitli kademelerinde görevli bulundurmak hem de Meclis'e temsilcilerini sokmak için çalışırlar; mezhep, tarikat ve cemaat mensupları yanında dernekler, sendikalar, meslek kuruluşları hep bunu yapmışlardır, yapmaktadırlar; bunların da farklı siyasi görüşleri, ideolojileri, ahlak anlayışları vardır; sağcıdırlar, solcudurlar, dinlidirler, dinsizdirler, Sünni'dirler, Alevi'dirler, masondurlar, komünisttirler, milliyetçidirler... Aslında demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru olan siyasi partiler de böyledir, onların da farklı ideolojileri, dünya görüşleri, yönetim anlayışları vardır. Devleti ele geçirme teşebbüsünün suç ve kötü olabilmesi için bu farklılıklara değil, ele geçirmek için kullanılan yol ve yöntem ile açıklanan veya uygulamada ortaya çıkan amaca bakılır. Devlet demokratik olmayan bir yoldan mesela askerin ihtilal yapıp yönetime el koyması veya sivillerin çeşitli seçim hileleri yapması, maddi manevi baskı uygulaması yoluyla ele geçirilirse suç oluşur, keza meşru ve demokratik yoldan iktidar elde edildikten sonra rejimi değiştirmek, insan hak ve hürrüyetlerini kısıtlamak gibi amaçlar ve teşebbüsler sabit olursa suç işlenmiş olur. Bunlar bulunmadıkça, iktidara gelen veya devlet kademelerinde görev alan grup mensupları meşruiyet içinde kaldıkları, hukuku çiğnemedikleri sürece bir suçtan bahsedilemez. Ülke belli bir inanç, ahlak ve dünya görüşüne mensup bir veya birkaç grubun babalarının çiftliği, tapulu malları değildir; ülke milletindir, meşru yoldan "devleti ele geçirme" yani yönetim ve hizmete katılma da seçim ve tayin ile olur, milletin seçtikleri ülkeyi yönetir, milletin selahiyetli kıldığı makamların atadıkları memurlar da hukuk çerçevesinde görevlerini yaparlar, buna kimsenin bir diyeceği olamaz.

Anadolu sermayesini kendilerine rakip gören büyük sermaye sahipleri, medyayı ele geçirip iktidarlarla ve bazı ideolojik gruplarla da işbirliği yaptıktan sonra irticayı istismar ve bahane ederek "yeşil veya İslami" dedikleri sermayeyi çökertmeye yöneldiler. Bunlar fırsat eşitliğine, adil paylaşmaya ve hizmet yarışına açık olmayan tekelci ve menfaatçi bir kesimi temsil ettiklerinden, ellerinde bulunan siyasi ve ekonomik iktidardan pay isteyenleri gerici, tehlikeli, rejim düşmanı vb. yaftalarla yaftalayıp devre dışı bırakmak isteyebilirler. İlgililer "devleti ele geçirme" yaygarasına bir de bu noktalardan bakmalıdırlar.

 

Gülay Göktürk / 27.6.1999-Sabah

Kadın olmak

(...)

Sabah gazeteleri elime alıp da Nevval Sevindi'nin birkaç yıl önce Aktüel kapağında yer alan resimlerini görünce hiç şaşırmadım. Bekliyordum, "İşte yine" diye geçirdim içimden sadece...

"Erkek" basınımız, yine erkekliğini ortaya koymuştu. Muarızı kadın olunca hep yaptığı gibi, fikirlerine saldıracağına bedenine saldırıyor, fikirlerini o (...) resimlerle çürütmeye çalışıyordu. Karşısındaki kadını her zaman en zayıf noktası olarak gördüğü cinselliğinden "vuruyor"du yine. Açıkça "Şuna bakın", diyordu kamuoyuna; "böyle pozlar veren bir kadının fikrinden hayır mı gelir!"

Evet, Nevval Sevindi o tartışmada kontrolünü kaybetti, art arda ettiği hakaretlerle fikri haklılığını zedeledi.

Ama merak ediyorum; o haberleri yapanlar, Sevindi'nin Hikmet Çetinkaya'ya daha toplantının başında neden "şerefsiz" dediğini niçin hiç sormuyorlar?

Çetinkaya bir gün önceki yazısında, Sevindi'nin fikirleriyle polemik yapmak yerine yine kaçak güreşe girmiş Sevindi'nin "ayda bir aşık olmakla ünlü" olduğunu söyleyerek üstü kapalı bir biçimde (...) demeye getirmişti. Elinde hiçbir delil, hiçbir tanık olmadan, bir öğretmenle tanıştıktan sonra Fethullahçı olduğunu ve "köşeyi döndüğünü" yazmıştı.

Dünkü haberleri yazanlar; Sevindi'yi "bir kadının ağzına yakışmayacak" şeyler söylemekle suçlarken, bir erkeğin bir kadına hiç desteksiz neredeyse (...) diye saldırmasının erkek ağzına çok yakıştığını mı düşünüyorlar?

Yine o haberleri yazanlar, Sevindi'nin diğer tartışmacıya neden "köpek" dediğini de es geçiyorlar. Daha bir cümle önce, onun Sevindi'ye açıkça "patron köpeği" diyerek hakaret edişini duymazdan geliyor; ama Sevindi'nin "sensin köpek" demesinin "kadına hiç yakışmadığında" hemen hemfikir oluveriyorlar.

Doğrudur, Nevval Sevindi bu sözden sonra zıvanadan çıktı, kontrolünü kaybetti ve art arda yenilediği hakaretlerle haksız bir zemine düştü. Ama yine de, sinirlenip hakaret etmesiyle, iki yıl önce dekolte fotoğraf çektirmesinin bir ilgisi yoktu.

Gazeteci olmak, aydın olmak, fikir üretmek zordur bu ülkede... Ama hem kadın olup hem de gazeteci, yazar ya da aydın olmak ve fikir tartışmasına girmeye kalkmak daha da zordur.

Fikir mücadelesine giren, siyaset yapan, kamu hayatında varlık göstermeye çalışan kadının zayıf noktasıdır cinsiyeti. Muarızlarınız, fikirlerinizle başedemedikleri her noktada bedeninize saldırır. Cinsiyetinizi her türlü provokasyona açık bir alan olarak yanınızda taşırsınız hep. Eliniz yüreğinizde, kimin ne zaman bu alana saldıracağını beklersiniz. Saldırılar kimi zaman bıyık altı gülümsemelerle, kimi zaman seviyesiz imalarla, kimi zaman açık düşmanlık biçiminde gelir.

Bu bekleyiş içinde bazen o kadar gerilirsiniz ki, köpeğin saldırıp ısırmasından korkan adamın durumuna düşer, siz köpeği ısırırsınız. İşte o anda "altın fırsat" doğmuştur. Biri düdüğü çalar ve saldırı başlar.

 

Murat Belge / 27.6.1999-Radikal

İllegal muhafazakar

'Pazar Postası'nda ileri sürdüğüm teşhisi bugün de koruyorum: Fethullah Gülen, 'Türkiye muhafazakarlığı' diyebileceğimiz bir düşünce tarzının temsilcisi ya da temsilcilerinden biridir. İslamcı'dır ama uluslararası değil, ulusçu-İslamcı'dır. Belki 'Türk-İslam' sentezi değil de, 'İslam-Türk' sentezinden yana olduğu söylenebilir. Bu özelliğiyle aynı zamanda Osmanlı mirasını kucaklamaktan yanadır. Bunlara ek olarak 'elitist'tir. Elitizminin en açık kanıtlarını okullarında gösterdiği eğitim anlayışında bulabiliyoruz. O çerçevede, Batı medeniyetinin sakıncalı görmediği öğelerini de ideolojisine eklemlemeye hazır olduğu anlaşılıyor.

Bütün bu öğeler, Osmanlı düzeninden 'normal' olarak evrilecek bir muhafazakar ideolojinin olması gereken öğeleri. Gelgelelim, toplum kendisi Osmanlı'dan cumhuriyete 'normal' sayılır bir tarzda evrilmediği, egemen Jakoben güdüm altında, kökü Osmanlı'da olan bir muhafazakarlık meşru sayılmadığı için, Gülen ve ideolojisi şimdi 'sanık' konumunda kalıveriyor.

Belli ki şimdi Fethullah Gülen hukuki bir sürecin nesnesi olacak ve Fethullah Gülen olduğu için yargılanacak. Ancak, böyle bir yargı sürecinin, Türkiye tarihinin birtakım çelişik özelliklerini de sergileyen bir süreç olacağı kanısındayım.