Hayrettin Karaman 27.6.1999-Yeni Şafak Devleti ele
geçirmek Demokrasi ile yönetilen ülkelerde farklı sosyal ve kültürel gruplar hem devletin çeşitli kademelerinde görevli bulundurmak hem de Meclis'e temsilcilerini sokmak için çalışırlar; mezhep, tarikat ve cemaat mensupları yanında dernekler, sendikalar, meslek kuruluşları hep bunu yapmışlardır, yapmaktadırlar; bunların da farklı siyasi görüşleri, ideolojileri, ahlak anlayışları vardır; sağcıdırlar, solcudurlar, dinlidirler, dinsizdirler, Sünni'dirler, Alevi'dirler, masondurlar, komünisttirler, milliyetçidirler... Aslında demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru olan siyasi partiler de böyledir, onların da farklı ideolojileri, dünya görüşleri, yönetim anlayışları vardır. Devleti ele geçirme teşebbüsünün suç ve kötü olabilmesi için bu farklılıklara değil, ele geçirmek için kullanılan yol ve yöntem ile açıklanan veya uygulamada ortaya çıkan amaca bakılır. Devlet demokratik olmayan bir yoldan mesela askerin ihtilal yapıp yönetime el koyması veya sivillerin çeşitli seçim hileleri yapması, maddi manevi baskı uygulaması yoluyla ele geçirilirse suç oluşur, keza meşru ve demokratik yoldan iktidar elde edildikten sonra rejimi değiştirmek, insan hak ve hürrüyetlerini kısıtlamak gibi amaçlar ve teşebbüsler sabit olursa suç işlenmiş olur. Bunlar bulunmadıkça, iktidara gelen veya devlet kademelerinde görev alan grup mensupları meşruiyet içinde kaldıkları, hukuku çiğnemedikleri sürece bir suçtan bahsedilemez. Ülke belli bir inanç, ahlak ve dünya görüşüne mensup bir veya birkaç grubun babalarının çiftliği, tapulu malları değildir; ülke milletindir, meşru yoldan "devleti ele geçirme" yani yönetim ve hizmete katılma da seçim ve tayin ile olur, milletin seçtikleri ülkeyi yönetir, milletin selahiyetli kıldığı makamların atadıkları memurlar da hukuk çerçevesinde görevlerini yaparlar, buna kimsenin bir diyeceği olamaz. Anadolu sermayesini kendilerine rakip gören büyük sermaye sahipleri, medyayı ele geçirip iktidarlarla ve bazı ideolojik gruplarla da işbirliği yaptıktan sonra irticayı istismar ve bahane ederek "yeşil veya İslami" dedikleri sermayeyi çökertmeye yöneldiler. Bunlar fırsat eşitliğine, adil paylaşmaya ve hizmet yarışına açık olmayan tekelci ve menfaatçi bir kesimi temsil ettiklerinden, ellerinde bulunan siyasi ve ekonomik iktidardan pay isteyenleri gerici, tehlikeli, rejim düşmanı vb. yaftalarla yaftalayıp devre dışı bırakmak isteyebilirler. İlgililer "devleti ele geçirme" yaygarasına bir de bu noktalardan bakmalıdırlar.
Gülay Göktürk / 27.6.1999-Sabah
Kadın olmak
(...)
Sabah gazeteleri elime alıp da Nevval Sevindi'nin birkaç yıl önce
Aktüel kapağında yer alan resimlerini görünce hiç şaşırmadım. Bekliyordum,
"İşte yine" diye geçirdim içimden sadece...
"Erkek" basınımız, yine erkekliğini ortaya koymuştu. Muarızı kadın
olunca hep yaptığı gibi, fikirlerine saldıracağına bedenine saldırıyor,
fikirlerini o (...) resimlerle çürütmeye çalışıyordu. Karşısındaki kadını
her zaman en zayıf noktası olarak gördüğü cinselliğinden "vuruyor"du yine.
Açıkça "Şuna bakın", diyordu kamuoyuna; "böyle pozlar veren bir kadının
fikrinden hayır mı gelir!"
Evet, Nevval Sevindi o tartışmada kontrolünü kaybetti, art arda ettiği
hakaretlerle fikri haklılığını zedeledi.
Ama merak ediyorum; o haberleri yapanlar, Sevindi'nin Hikmet
Çetinkaya'ya daha toplantının başında neden "şerefsiz" dediğini niçin hiç
sormuyorlar?
Çetinkaya bir gün önceki yazısında, Sevindi'nin fikirleriyle polemik
yapmak yerine yine kaçak güreşe girmiş Sevindi'nin "ayda bir aşık olmakla
ünlü" olduğunu söyleyerek üstü kapalı bir biçimde (...) demeye getirmişti.
Elinde hiçbir delil, hiçbir tanık olmadan, bir öğretmenle tanıştıktan
sonra Fethullahçı olduğunu ve "köşeyi döndüğünü" yazmıştı.
Dünkü haberleri yazanlar; Sevindi'yi "bir kadının ağzına yakışmayacak"
şeyler söylemekle suçlarken, bir erkeğin bir kadına hiç desteksiz
neredeyse (...) diye saldırmasının erkek ağzına çok yakıştığını mı
düşünüyorlar?
Yine o haberleri yazanlar, Sevindi'nin diğer tartışmacıya neden "köpek"
dediğini de es geçiyorlar. Daha bir cümle önce, onun Sevindi'ye açıkça
"patron köpeği" diyerek hakaret edişini duymazdan geliyor; ama Sevindi'nin
"sensin köpek" demesinin "kadına hiç yakışmadığında" hemen hemfikir
oluveriyorlar.
Doğrudur, Nevval Sevindi bu sözden sonra zıvanadan çıktı, kontrolünü
kaybetti ve art arda yenilediği hakaretlerle haksız bir zemine düştü. Ama
yine de, sinirlenip hakaret etmesiyle, iki yıl önce dekolte fotoğraf
çektirmesinin bir ilgisi yoktu.
Gazeteci olmak, aydın olmak, fikir üretmek zordur bu ülkede... Ama hem
kadın olup hem de gazeteci, yazar ya da aydın olmak ve fikir tartışmasına
girmeye kalkmak daha da zordur.
Fikir mücadelesine giren, siyaset yapan, kamu hayatında varlık
göstermeye çalışan kadının zayıf noktasıdır cinsiyeti. Muarızlarınız,
fikirlerinizle başedemedikleri her noktada bedeninize saldırır.
Cinsiyetinizi her türlü provokasyona açık bir alan olarak yanınızda
taşırsınız hep. Eliniz yüreğinizde, kimin ne zaman bu alana saldıracağını
beklersiniz. Saldırılar kimi zaman bıyık altı gülümsemelerle, kimi zaman
seviyesiz imalarla, kimi zaman açık düşmanlık biçiminde gelir.
Bu bekleyiş içinde bazen o kadar gerilirsiniz ki, köpeğin saldırıp
ısırmasından korkan adamın durumuna düşer, siz köpeği ısırırsınız. İşte o
anda "altın fırsat" doğmuştur. Biri düdüğü çalar ve saldırı başlar.
Murat Belge / 27.6.1999-Radikal
İllegal muhafazakar
'Pazar Postası'nda ileri sürdüğüm teşhisi bugün de koruyorum: Fethullah
Gülen, 'Türkiye muhafazakarlığı' diyebileceğimiz bir düşünce tarzının
temsilcisi ya da temsilcilerinden biridir. İslamcı'dır ama uluslararası
değil, ulusçu-İslamcı'dır. Belki 'Türk-İslam' sentezi değil de,
'İslam-Türk' sentezinden yana olduğu söylenebilir. Bu özelliğiyle aynı
zamanda Osmanlı mirasını kucaklamaktan yanadır. Bunlara ek olarak
'elitist'tir. Elitizminin en açık kanıtlarını okullarında gösterdiği
eğitim anlayışında bulabiliyoruz. O çerçevede, Batı medeniyetinin
sakıncalı görmediği öğelerini de ideolojisine eklemlemeye hazır olduğu
anlaşılıyor.
Bütün bu öğeler, Osmanlı düzeninden 'normal' olarak evrilecek bir
muhafazakar ideolojinin olması gereken öğeleri. Gelgelelim, toplum kendisi
Osmanlı'dan cumhuriyete 'normal' sayılır bir tarzda evrilmediği, egemen
Jakoben güdüm altında, kökü Osmanlı'da olan bir muhafazakarlık meşru
sayılmadığı için, Gülen ve ideolojisi şimdi 'sanık' konumunda kalıveriyor.
Belli ki şimdi Fethullah Gülen hukuki bir sürecin nesnesi olacak ve
Fethullah Gülen olduğu için yargılanacak. Ancak, böyle bir yargı
sürecinin, Türkiye tarihinin birtakım çelişik özelliklerini de sergileyen
bir süreç olacağı kanısındayım.
|